MAĞFİRET

Allah'ın, kullarının işlediği suç ve günahları örtüp affetmesi, bağışlaması anlamına gelen bir terim Kur'an-ı Kerim'de yirmi sekiz ayrı yerde geçer.

İsimlerinden biri de "Gaffâr" olan Allah Teâlâ, kullarının yaptıkları hata ve günahları bu isminin bir tecellisi olarak affeder. Bu itibarla, Cenâb-ı Hak "Gaffâru'z-Zünûb" (Günahları affeden) olarak bilinir. Mağfiret kelimesinin kökü olan, "Gufrân" da, affetmek, bağışlamak demektir. Allah Teâlâ'nın affedicilik vasfını ifade eden "Gâfûr" kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bir yerde; yine aynı manaya gelen "Gâfir" kelimesi doksan bir yerde; "Gaffâr" kelimesi ise, dört yerde geçmektedir. Bu da Allah Teâlâ'nın kullarına olan affı ve bağışının ne derece büyük olduğunun bir ifadesidir.

Kur'an-ı Kerim'de, Cenâb-ı Hakk'ın kullarına karşı mağfiret sahibi olduğundan bahseden ayetlerin birinde şöyle buyuruluyor: "Doğrusu Rabb'in, insanların zulümlerine rağmen onlara mağfireti vardır. Rabb'inizi cezalandırması ise çetindir" (er-Ra'd 13/6).

İslâm büyükleri, Allah Teâlâ'nın mümin-kâfir ayırdetmeksizin bu dünyada insanlara nimet vermesinin, O'nun "Rahman" isminin bir tecellisi olduğunu ifade ediyorlar. Bununla beraber Allah Teâlâ, gerek "Rahîm" ve gerekse "Gaffâr" isimlerinin tecellisiyle, kıyamet gününde yalnız müminlere merhamet edecek ve onları affedecektir. "...Ahirette çetin azab da vardır, Allah'ın hoşnutluğu ve bağışlaması da vardır. Dünya hayatı ise sadece aldatıcı bir geçimliktir" (el-Hadîd, 57/20).

Cenâb-ı Hakk'ın kıyamet gününde kusurlarını gizleyip, hatalarını bağışlayıp, günahlarını affettiği kullar vardır. Allah'ın mağfiretine mazhar olacak olan bu kullar, birtakım özelliklere sahiptirler. Bunlardan en başta geleni, bu kulların, görmedikleri halde Rab'leri olan Allah'a iman etmiş olmalarıdır: "Şüphe yok ki, görmedikleri halde Rab'lerinden korkanlara mağfiret ve büyük bir ecir vardır" (el-Mülk, 67/12). Diğer bir ayette ise şöyle buyurulur: "Sen ancak Kurân'a uyan ve görmediği halde Rahman (olan Allahdan korkan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi bağışlanma ve cömertçe verilecek bir ecirle müjdele" (Yâsîn, 36/11).

İman ederek salih amellerde bulunan ve iyi davranış sahibi kimselerin de Allah'ın mağfiretine ulaşacakları aşağıdaki âyetlerde açıklanmaktadır:

"Allah, iman edip, salih amellerde bulunanlara mağfiret ve büyük ecir vadetmiştir" (el-Mâide, 5/9; el-Feth 48/29).

"Cömertçe verilmiş rızık ve mağfiret, imân eden ve salih amelde bulunanlar içindir" (el-Hacc, 22/56).

"Allah, iman edip salih amel işleyenlere -ki onlar iğin mağfiret ve cömertçe verilmiş rızık vardır- ve ayetlerimizi hükümsüz bırakmak için yarışanları -ki onlara da iğrenç ve can yakıcı azab vardır- yaptıklarının karşılığını vermek için kıyamet saati gelecektir" (es-Sebe', 34/4,5).

"İnkar eden kimselere çetin azab vardır. Fakat iman edip salih amel işleyenlere, onlara mağfiret ve büyük ecir vardır" (el-Fatır, 35/7).

Takvâ sahibi olmak da, kişinin affedilmesine vesile olan özelliklerdendir. "Rabbinizin mağfiretine ve Allaha karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun" (Âl-i İmrân, 3/133).

"(Takvâ sahibi kimselerin) hareketlerinin karşılığı, Rablerinden bağışlanma ve içinden ırmaklar akan, orada temelli kalacakları cennetlerdir. İyi davrananların ne güzel ecri vardır" (Âl-i İmrân 3/136).

Allah yolunda, i'lây-ı kelimetullah (Allah'ın adını yüceltmek) için canını vermek, diğer bir ifadeyle Allah yolunda cihat etmek de Allah'ın mağfiretine bir vesiledir: "İman ettikten sonra hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler, işte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlara mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır" (el-Enfâl, 8/74);

"Allah cihat edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmet yönüyle üstün kılmıştır" (en-Nisâ, 8/74);

Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size Allah'tan, -onların topladıkları dünyalıktan daha hayırlı- bir mağfiret ve rahmet vardır" (Âl-i İmrân, 3/157).

Allah Teâlâ, ahirette affına ve bağışlamasına mazhar olacak kullarının özelliklerini şu ayette geniş bir şeklide açıklamıştır. Bu ayette ifade edilen özelliklerin, kadın ve erkek ayrı ayrı zikredilerek belirtilmesi, İslâm'da kadına verilen değerin de bir ifadesidir: "Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın müminler, itaatkâr erkek ve kadınlar, doğru sözlü erkek ve kadınlar, gönülden bağlanan erkek ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve kadınlar, işte Allah bunların hepsine mağfiret ve büyük mükâfat hazırlamıştır" (el-Ahzâb, 33/35),

Kulun dünyada iken yaptığı bütün davranışlarının inceden inceye hesabını verdiği ahiret gününde, Allah'ın mağfiret ve bağışlamasına mazhar olmanın ne derece büyük bir mükâfat olduğu, yine o günün çetin azabı gözönüne alınırsa daha iyi anlaşılır.

"Bağışlaması bol olan Rabbimiz" (en-Necm, 53/32) kullarını "Cennete ve mağfirete davet eder" (el-Bakara, 2/221). Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: "Ey insanlar Rabbiniz tarafından bağışlanmaya, Allah'a ve peygamberine inananlar için hazırlanmış göğün genişliği kadar olan Cennete koşuşun. Bu Allah'ın dilediğine verdiği bir lütuftur. Allah büyük lütuf sahibidir" (el-Hâdîd, 53/21).

İnsanı yaratan, ona çeşitli nimetler veren Allah Teâlâ, elbette ki kendisinden korkulmaya en lâyık olandır. Durum böyle olunca affetmek de O'nun iradesi dahilinde olacaktır. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: "Allah, kendisinden korkulmaya daha lâyıktır ve O bağışlamaya da daha ehildir" (el-Müddessir, 74/56). Hz. Peygamber (s.a.s), bir çok hadislerinde Allah Teâlâ'nın mağfiret sahibi ve Gafûr olduğunu vurgulamıştır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Allah Teâlâ'nın doksan dokuz ismi vardır birisi de "Gaffâr'dır" (Tirmizi, Deâvât, 82). Allah Teâlâ'nın günahları örtmesi dünya da o günahları açığa çıkarıp insanların içinde o kulu rezil etmemesi şeklindedir. Ahirette ise, kulunun günahlarını ortaya çıkarıp onu o günahlardan dolayı hesaba çekmemek şeklinde tecelli edecektir. Mağfiretin dünya ve âhiret hayatını ilgilendiren, bu öneminden dolayı Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ümmetine Allah'tan mağfiret istemeyi tavsiye etmiştir. Hz. Peygamber, fiilen kendisi de Allah Teâlâ'dan çokça mağfiret taleb ederek ümmetine örnek olmuştur. Bir hadis-i şeriflerinde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ben Allah'a tevbe eder ve günde yüz defa Allah'tan mağfiret isterim" (Ahmed b. Hanbel, IV, 261; V, 411). Hz. Peygamber, mağfiret talebinin önemini anlatmak için kendisine günahlarından şikayet eden sahâbilere şöyle söylemiştir: "Şayet siz günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi giderir, sizin yerinize günah işleyen ve Allah'tan mağfiret taleb eden bir kavim getirir" (Müslim, Tevbe,11; Ahmed b. Hanbel, II, 309). Allah'dan mağfiret taleb etmek, günah ve kusur işlemekle sınırlı bir olay değildir. Nitekim bunu Hz. Peygamber'in günde yüz defa mağfiret taleb etmesi bunun bir örneğidir. Hz. Aişe (r.a) şöyle buyurmuştur: "Nasr sûresi nazil olunca Peygamber (s.a.s) şöyle dua ederdi: "Ey Allahım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana hamdederim. Ey Allahım beni mağfiret et!" (Buhârî, Tefsiru sûreti'n-Nasr, I). Bazı sahâbiler de en-Nasr sûresini tefsir ederken şöyle demişlerdir: "Allah bize Mekke fethini nasib ettiği ve yardım ettiği için Allah'tan mağfiret taleb etmemiz bize emredilmiştir" (Buhâri, Tefsiru sûreti'n-Nasr 3).

Hz. Peygamber akrabalar için ve bütün müminler için istiğfar edilmesini tavsiye etmiştir. Ancak kâfirlere istiğfar edilmesi yasaklanmıştır (Buhârî, Cenâiz, 84). Çünkü mağfiret yalnızca müminler içindir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İman edip salih ameller yapanlara, ahiret gününde Allah'ın mağfireti ve büyük bir mükâfatı vardır" (el-Fâtır, 35/57). Cahiliyyet döneminde hılfu'l-fudûl antlaşması ile zayıfları koruyan Abdullah b. Cud'ân'ın Cennette mi yoksa Cehennemde mi olduğu Hz. Peygamber'e sorulunca şöyle buyurmuştur: "O Cehennemdedir. Çünkü bir defa olsun, Allah'ım beni mağfiret et" dememiştir. Allah Teâlâ'dan mağfiret istemek Allah'ın ulûhiyetini ve Rabliğini kabul etmek anlamı taşıdığından, mağfiret dilememek Allah'a isyan kabul edilmiştir. Müşriklere ve münafıklara, mağfiret etmek hususunda Allah Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur: "Onlara ister istiğfar et, istersen etme. Şayet onlar için yetmiş defa da istiğfar etsen Allah onları mağfiret etmeyecektir" (et-Tevbe, 9/80). Bu ayet-i kerimedeki muhayyerlikten dolayı Hz. Peygamber, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl öldüğünde, onun oğlu Abdullah'ın ısrarı ile babasının kabri başında onun için mağfiret talebinde bulunmuştur. Bu hadise üzerine aşağıdaki ayet-i kerime nazil olmuş ve müşriklere mağfiret talebi yasaklanmıştır: "Bir Peygamber'e ve müminlere müşrikler için mağfiret istemeleri yakışmaz" (et-Tevbe, 9/113). Bu hadiseden sonra Hz. Peygamber müşrik ve münafıkların cenaze namazlarını kılmadığı gibi onlar için Allah Teâlâ'dan mağfiret de istememiştir.

Hz. Peygamber ümmetine çeşitli şekillerde istiğfar etmelerini öğretmiştir. Bunların içinde birisi için "bu seyyidu'l-istiğfardır" buyurmuştur. Bu mağflret duası şöyledir "Allahumme ente Rabbi, lâ ilâhe illâ ente halakteni ve ene abduke ve ene ala ahdike ve va'dike ma'steta'tü, Ebûu leke bi'n-ni'meti ve Ebûu leke bi zenbi feğfirli innehu lâ yağfiru'z-zunûbe illâ ente" (Buhâri, Deavât, I; Tirmizî, Deavât, 15; Nesâ'i, İsti'âze, 57,63; Ahmed b. Hanbel, IV,122). Bu duanın Türkçe açıklaması şöyledir: "Ey Allahım sen benim Rabbimsin. Senden başka ilâh yoktur. Beni yaratan sensin, ben senin kulunum. Ben gücüm yettiğince senin ahdine ve senin va'dine bağlıyım. Ben senin nimetlerini buna karşılıkta kendi günahlarımı itiraf ediyorum. Beni mağfiret eyle. Çünkü günahları senden başkası mağfiret edemez."

M. Emin Ay

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 50.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun