Albert Einstein Tanrı için "Kendi yarattıklarını ödüllendirip cezalandıran bir varlık olamaz." demiştir. Einstein gibi büyük ve dindar bir dehanın bu sözlerinden ne anlamalıyız?

Tarih: 20.05.2011 - 10:39 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu soruya kısa kısa bir kaç noktaya işaret ederek cevap vermekte yarar vardır.

Einstein, Yahudi asıllı olmakla beraber onun öyle abartılacak bir dindar olduğunu söyleyemeyiz. Zaten bu tür ünlü bilim adamları veya filozofların sadece Allah’a inanmaları bile onları “dindar” olarak anılmalarına yeterli bir nedendir.

Farz-ı muhal Einştein çok dindar dahi olsa, biz dinimizi ondan öğrenecek değiliz. Matematik, Fizik gibi ilimlerde dahi olmak, din konusunda da dahi olmak anlamına gelmez. Nice dahiler var ki tanrıtanımazlıkta öncü rol oynamışlardır.

Bu adamın sözlerinin ne anlama geldiği üzerinde kafa yormak bize hiçbir fayda sağlamaz.

Bununla beraber, onun böyle bir söz söyleyip söylemediğini kesin olarak tespit etmek büyük önem arz etmektedir. Ayrıca yapılan tercümenin ne kadar doğru olduğu da düşünmeye değer bir husustur.

Elimizde Allah’ın kelamı, Resulullah’ın sünneti ve milyonlarca İslam alimlerinin fikirleri ortada iken, başkasından medet ummak veya etkisinde kalmak biz müminlere yakışmaz...

Allah’ın, itaat edenlere mükâfatı, isyan edenlere ceza vereceğine dair pek çok ayet vardır. Bu hususa işaret eden bir kaç ayetin meali şöyledir:

“Öyle ya, mümin olan, hiç fâsık gibi olur mu? Bunlar asla bir olamazlar. İman edip, güzel ve makbul işler işleyenlere, yaptıklarına karşılık olarak Me’va cennetleri vardır. Yoldan çıkmış fâsıkların ise barınakları cehennemdir...”(Secde, 32/18-20).

“Kâfirler bölük bölük cehenneme sürülür. (...)Rabblerine karşı gelmekten sakınanlar ise, bölük bölük cennete sevkolunurlar.”(Zümer, 39/71,73).

“...Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. Kim de itaatten yüz çevirirse, onu gayet acı şekilde cezalandırır.”(Feth, 48/17).

Allah, bütün yarattıklarını sever ve merhamet eder. Fakat kişi kendi iradesiyle seçmiş olduğu dalaletin neticesinde cehennemi hak ediyorsa, bu durumu “Allah, kulunu sevmiyor.” diye değerlendirmek Allah’ın rahmet ve adaletini suçlamak olur.

Nitekim terbiye ve eğitimde hem ceza hem mükafat uygulaması vardır. İkisi de adalet ve merhametten gelir. Allah da kullarını terbiye eder.

Çalışıp işinin hakkını veren, alnının teriyle para kazanan bir adamla, tembel ve görevini alaya alan, işinden kaytarıp başkalarının üzerinden geçinmeye çalışan bir adama aynı ücret verilip, aynı imkânların sağlanması acaba ne kadar âdil, ne kadar makul olabilir?

Dünyaya niçin geldiğini bilerek vazifelerini yapmak için çabalamış bir insanla, keyif içinde gaflete dalmış, kulluğunu unutmuş, nefsine ve yaratılanlara zulmeden bir insanın, aynı mekânda yani cennette olması haksızlık değil midir?

Adalet sahibi olan bir hükümetin, zalimler için de elbette hapishaneleri olması lazımdır.

Adaletin varlığı ceza ve mükafat ile ortaya çıkar. Küfür ve sapıklıkla, yarattıklarının haklarına girenleri, Cenab-ı Hak cehennem ile cezalandırıyorsa, elbette sonsuz adalet ve hikmet sahibi olduğundandır. Çünkü bu dünyada zalimce yaşayanları ahirette cezalandırmaması Allah’ın adalet ve hikmetine zıttır.

Allah’ı inkâr etmek, Allah’ın kâinatta görünen sıfat ve isimlerini de kabul etmemek ve hiçe saymak demektir. Hem tüm yaratılanlar aslında Allah’ın isimlerini üzerlerinde gösteren aynalar gibidirler. Ve bu vazifeyi yapmak onlar için en büyük vazife ve en büyük şereftir.

Fakat Allah’ı inkâr eden biri tüm varlıkların bu kutsi vazifede olduklarını da reddetmiş olur. Onları değersizleştirir. Ve tüm kâinat kendilerini ve vazifelerini küçük gören her inkârcıdan hak isteyecek Allah da mahlukatının hakkını muhafaza için adaletinin gereği olarak kâfirleri cehenneme dahil edecektir.

Herkesin cennete gitmesi imtihan sırrını ortadan kaldırır.

“Hayır! Kim bir kötülük yapar ve günâhı kendisini kuşatır (da kâfir olarak ölür)se, işte onlar cehennem ehlidirler! Onlar orada ebedî olarak kalıcıdırlar.”

“Îmân edip sâlih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet ehlidirler. Onlar (da) orada ebedî olarak kalıcıdırlar.” (Bakara, 2/81, 82)

İnsan imtihan için bu dünyada olduğunu unutmamalıdır. İmtihan gereği olarak, kazananlara mükâfat olacağı gibi kaybedenler için de elbette bir ceza söz konusudur. Eğer herkes cennete gitseydi imtihan sırrı ortadan kalkacak ve yaratılışa zıt bir hal ortaya çıkacaktı.

Bir ülkede herkes, hiç imtihan edilmeden çok önemli makam, mevki ve yüksek maaş kazansa, hatta tembeli de çalışkanı da hemen ya doktor ya öğretmen ya avukat vs. oluverse, o memleketin hâli ne olur acaba? Çalışkan, namuslu kimselere bu, zulüm olmaz mı? "Adalet nerede, merhamet nerede?.." diye feryat edilmez mi?

“İşte onlar var ya, mükâfâtları Rabblerinden bir mağfiret ve altlarından nehirler akan cennetlerdir; (onlar) orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Artık (böyle) amel işleyenlerin mükâfâtı ne güzeldir!” (Âl-i İmran, 3/136)

Cennet, cennete layık olanlar için Allah’ın bir ihsanı, ikramı, mükafatıdır… Şayet Allah, herkesi cennete koysaydı cennet mükâfat olmaktan çıkardı.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

iLLeGaLTM

Üstad bu hususa geyet güzel bir şekilde şu şekilde işaret etmiş

Bir fennin veya bir san’atın medar-ı münakaşa olmuş bir mes’elesinde, o fennin ve o san’atın haricindeki adamlar ne kadar büyük ve âlim ve san’atkâr da olsalar, sözleri onda geçmez, hükümleri hüccet olmaz; o fennin icma-ı ulemasına dahil sayılmazlar. Meselâ büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirâne sözü mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir.

Acaba yerde iken Arş-ı Âzamı temaşa eden, harika bir deha-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene mâneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-ı imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn sûretinde keşfeden Şeyh Geylâni (k.s.) gibi yüz binler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve mânevî meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder? Ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun