Allah'ın ne ihtiyacı var ki, melekler ve insanlar onu zikir ve tespih ediyorlar?

Tarih: 03.07.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

1. Zikir, tespih ve hamd etmeye muhtaç olan melek, insan ve diğer varlıkların kendisidir. Her iyiliğin bir karşılığı olduğu gibi, her güzelliğin, her mükemmelliğin de bir karşılığı vardır. İyiliğin karşılığı hamd ve teşekkürdür. Güzellik ve mükemmelliğin karşılığı ise sevgi ve saygıdır. Bu vasıfların Allah’da eşsiz olduğu açıktır. Öyle ise, ona gösterilecek sevgi ve saygının bir nişanı olarak, kulların, onu hamd ile tespih etmesi gerekir. Nimetlerine karşı nankör olmadıklarını hamd ve şükür ile ilan etmeye muhtaç oldukları gibi, cemal ve kemaline karşı basiretsiz olmadıklarını göstermek için de onları her türlü kusurdan uzak olduklarını belirten tespih ve tehlillerle onun celal ve cemalini ilan etmeye muhtaçtır.

2. Her arzu bir ihtiyaçtan kaynaklanmayabilir. Örneğin, iyiliksever, büyük makam ve mevkiye sahip bir kimse, başkasından -kendi konumuna uygun- bir saygı ve sevgi bekleyebilir ve bu beklenti asla bir ihtiyaçtan kaynaklanmayabilir. Çünkü her kemal ve cemal sahibi fıtraten  cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister. Ve bu arzusu ve isteği bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz. Bilakis, cemal ve kemal / güzellik ve mükemmellik, birer vasıf olarak -ihtiyaçları için değil- yapılarının bir özelliği olarak görünmek, -deyim yerindeyse- alkışlanmak isterler. Bütün varlıklara karşı müstağni/ihtiyaçsız olduğu bilinen Allah’ın eşsiz cemal ve kemal sıfatları ve isimleri de şuurlu varlıklar tarafından tanınmak ve saygı görmek isterler.

3. Allah’ın ibadete, tanınmaya ihtiyacı yoktur. Fakat Allah, bunların olmasını istiyor. Çünkü akılı ve şuurlu varlıkların akıl ve şuuruna çarpan öyle harika bir varlık düzeni, öyle eşsiz bir kâinat modeli, öyle yokuş yukarı olaylar var ki, hayret etmemek, şaşkınlık göstermemek mümkün değildir. İşte bu varlıklar, onların aklının sınırlarını zorlayan ve duygularını sarsan dehşet verici olaylar karşısında, kâinatın işleyişindeki kaderin hikmetli elini görüp çözümleyemediği tüm bu durumların sahibini hatırlar ve ancak onun aşkın hikmetini medhüsena ederek ve tespih ederek ona sığınmak suretiyle ruhen teneffüs eder. Yerküresini sarsıntıdan koruyan, zeminin kalbinden çıkan dağlar ve dağların volkanik teneffüsleri olduğu gibi, örneğin insanın psikolojik zeminini sarsmaktan koruyan da, onun kalbinin zemininden çıkan ve ağız bacasından nefes almasına imkân veren tespih ve tekbir ile tahmittir.

4. Abdullah b. Mesud anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.m) şöyle buyurdu:

“Allah’tan daha gayyur kimse yoktur; fuhşun her türlüsünü yasaklaması bunu gösteriyor. Allah’tan daha çok medhüsenayı seven kimse yoktur. Kendini övüp medhüsena etmesi bunun bir tezahürüdür. Allah’tan daha fazla gerçek mazeretin kendisine iletilmesinden hoşlanan kimse yoktur; mahlukatına mazeret yollarını beyan etmesi -diğer bir rivayette; insanlara elçilerini birer uyarıcı ve müjdeci olarak göndermesi- bunun göstergesidir. Yine, Allah’tan daha fazla hamd edilmekten/ övülmekten hoşlanan kimse yoktur; kendine hamd edip övmesi -diğer bir rivayette cenneti vâd etmesi- bunu göstermektedir.”(1)

5. Melekler,  gece gündüz Allah'a ibâdetle, zikir, tesbih ve takdîs ile meşgul olurlar.  Bu,  onların gıdası hükmündedir. Allah'a asla isyan etmez, onun emirlerinden zerre kadar dışarı çıkmazlar. Mâsum ve itâatlidirler:

"Bilakis onlar, Allah'ın şerefli kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz söylemezler ve onun emrettiklerini (hemen) yaparlar." (Enbiya, 21/26-27);

"Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip) karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen) yaparlar." (Tahrim, 66/6);

"Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Onun katındakiler ona ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) onu tesbih (ve takdis) ederler." (Enbiyâ, 21/19 ve 20).

Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler. Çünkü "ismet" ve "emanet" sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, O'nu itaat ve ibadetle, tesbih etmektir. (Enbiyâ, 21/26-27; Mümin, 40/7).

Her kim nefsini bir kenara bırakarak dikkat ile şu âleme baksa, bu âlemi büyük bir mescit hükmünde görür ve içindeki varlıkları da kendilerine mahsus bir ibadette bulur. Güneş; bu mescidin lambası ve sobası, ay; kandili ve yıldızlar; mumlarıdır. Sema; bu mescidin çatısı ve yeryüzü; bu mescidin zeminidir. Bu öyle bir mesciddir ki; insan ve bazı canavar hayvanlardan başka her şey zerre miktar hadlerini aşmazlar. Tam bir itaat ile vazifelerini yaparlar.

Bu mescidde ibadet yapan iki türlü mahlûkat vardır. Birisi; insanlar ve cinler gibi şuurlu ve iradeleri ile ibadet başında olanlar, diğeri ise; taş gibi, dağ gibi, güneş gibi cansız olup şuursuz ibadet yapanlar.

Şunu bilmek gerekir ki, bu cansızların kendilerine yüklenen vazifelerini görmeleri onların bir nevi ibadetidir. Mesela tavuğun ibadeti yumurtlamaktır, güneşin ibadeti ısıtmak ve aydınlatmaktır, koyunun ibadeti süt vermek, arınınki ise bal yapmaktır ve bunlar gibi.

Ayrıca her birinin kendisine mahsus bir zikri ve tesbihi vardır ki, o mahlûk şuursuz bir şekilde bu zikri yapmaktadır. Nasılki saat zamanı gösterir, ama kendinden haberdar değildir; öyle de bu mahlûklar da Allah’ı tesbih ederler ama bunu iradeleri ve şuurlarıyla yapmazlar. Belki onları yaratan Allahuteâlâ onları bu tesbih vazifesiyle görevlendirmiş ve iradeleri karıştırılmaksızın bu vazifede çalıştırmıştır.

Demek şu âleme dikkat ile bakılsa görünür ki: Cüzi ve küçük mahluklar gibi külli ve büyük mahlûkların da birer vazifesi ve külli birer hizmeti vardır. Meselâ;

• Bir çiçek, kendince bir nakşı ve sanatı gösterip hal lisanıyla Allah’ın isimlerini zikrettiği gibi, yeryüzü bahçesi dahi bir çiçek hükmündedir; gayet muntazam ve küllî bir tesbih vazifesi vardır.

• Hem nasıl ki bir meyvenin intizam içinde Allah’ın varlığını karşı bir ilânatı ve tesbihatı vardır. Öyle de koca bir ağacın dal, yaprak ve çiçek gibi bütün cüzleriyle gayet muntazam fıtri bir vazifesi ve bir ibadeti vardır.

• Ve nasıl bir ağaç yaprak, meyve ve çiçeklerinin kelimeleri ile bir tesbihat yapar. Öyle de koca semavat denizi dahi kelimeleri hükmünde olan güneşler, yıldızlar ve aylar ile Cenab-ı Hakk'a karşı tesbihat yapar ve celal sahibi sanatkârlarına hamd eder. Ve bunlar gibi…

Mahlûkatın bu vaziyetini dikkatli bir nazar ile anlayabileceğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim’in şu ve emsali ayetlerine bakarak da anlayabiliriz:

“Yedi semavat, yeryüzü ve içindekiler Allah’ı tesbih etmektedirler. Hiçbir varlık yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin. Lakin siz onların tesbihlerini anlayamazsınız." (İsra, 17/44)

“Biz dağları Davud’un emrine itaatkâr kıldık ki, o dağlar ve toplu halde kuşlar sabah akşam onunla beraber tesbih ederler. Her biri Allah’a yönelir.” (Sad, 38/18 ve 19)

“Görmedin mi göklerde ve yerde olanlar ve kuşlar saf saf Allah’ı tesbih etmektedirler. Her biri tesbihini bilmiştir. Allah onların yaptıklarından haberdardır.” (Nur, 24/41)

Demek kuşlardan tutun, çiçeklere kadar ve balıklardan tutun semanın yıldızlarına kadar her şey hatta taş, kaya, dağ gibi cansızlar dahi Allah’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Bu meseleyi, ya dikkatli bir nazarla mahlûkatı tefekkür ederek anlayabilir, ya da kulağımızı Kur'an-ı Kerim’e dayayarak öğrenebiliriz.

İşte melekler, bu şuursuz mahlûkatın tesbihini temsil etme vazifesiyle görevlidirler. Yani her bir varlık kendisine mahsus özel bir dille yaratıcıları olan Allah’ı zikir ve yâd etmekte, melekler ise bunların şuursuz bir şekilde yaptıkları ibadetleri melekût âleminde temsil etmektedir.

Bu sebeple denilebilir ki; tesbih vaziyetini gösteren bütün şuursuz mahlûklar, kendi tesbihatlarını temsil edecek olan meleklerin varlığını ispat ederler.

Bu izah ile şu hadisin de manası anlaşılmış olmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur;

“Bazı melekler bulunur, kırk bin başı var. Her başta kırk bin ağzı var. Her bir ağzında kırk bin dil ile tesbihat yapar.”(2)

İşte madem cansız ve şuursuz her bir mahlûkun üzerinde vazifeli bir melek var. Ve o melek, o mevcudun yaptığı tesbihatı melekût âleminde temsil eder ve onun ibadetini Allah’a arz eder. Elbette Peygamber Efendimizin (s.a.v) haber verdiği şekilde meleklerin olması zaruridir ve makuldür. Mesela;

• Bir ağacın kırka yakın baş hükmünde dalları vardır.
• Her bir başında yani dalında kırka yakın dili hükmünde çiçekleri vardır.
• O çiçeğin ise incecik muntazam püskülleri, renkleri ve sanatları vardır ki, her bir cihetiyle Allah’ın isimlerinin cilvesini gösteriyor ve bir ismini okutturuyor ve onlarca tarzda Allah’ı tesbih ediyor.

Demek bu ağaç; kırk başlı, her başında kırk dili olan ve her dilde en az kırk tesbihi bulunan şuursuz bir mahlûktur.

Acaba hiç mümkün müdür ki, şu ağacın hikmetli sanatkârı olan Allahuteâlâ bu ağaca bu kadar vazifeler ve tesbihler yüklesin de, onun manasını bilen, şuurla o manayı ifade edip kâinata ilan eden ve dergâh-ı ilahiyyeye onun tesbihatını takdim eden, o ağacın şekline münasip bir melek yaratıp onu temsil etmesin?

Madem yaratacaktır ve yaratmıştır, elbette o meleğin o ağacın tesbihini temsil edebilecek bir tarzda olması gerekir. Yani onun da ağaç gibi kırk başı olmalı, her başında dallar gibi kırk dili olmalı ve her dilinde çiçekler gibi yüzlerce tesbih olmalı ki, ağacın yaptığı tesbihatı aynen temsil edip Allah’a arz edebilsin.

Şimdi de cansız ve şuursuz bir dağa bakalım:

• Üzerinde bin tane ağaç var. Demek bu dağın bin başı var.
• Her ağaçta yüz dal var. Demek bu dağın bin başında toplam yüz bin dili var.
• Ve bu ağaçların her dalında yüzlerce yaprak, çiçek bulunur. Demek bu dağın milyonlarca tesbihatı var.

Evet, bir dağ ki, bin ağacı, her ağaçta yüz dalı ve her dalda yüz yaprak ve çiçeği olsa, bu dağ bin başlı, yüz bin dilli ve her dilinde yüzlerce tesbih olan bir mahlûktur ki, bu mahlûkun şuursuzca yaptığı tesbihleri, melekût âleminde temsil edecek meleğin de bu tarzda olması gerekmektedir. Yani bin başının bulunması, her başında yüz bin dilin olması ve her dilde de yüzlerce tesbihin bulunması lazımdır.

Ve şimdi de dünyanın yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin büyüklüğünü düşünün. Acaba kaç başı, kaç dili ve her dilde kaç tesbihi olması gerekir?

Ve bir de Samanyolu galaksimizin yaptığı tesbihatı temsil edecek meleğin azametini düşünün:

• Galaksimizde üç yüz milyar yıldız vardır. Demek galaksimizin mümessili olacak meleğin üç yüz milyar başı olmalı.
• Her yıldızda bulunan varlıklar adedince dili olmalı.
• Her varlığın azaları ve cüzleri adedince tesbihleri olmalı.

Rakamların ifade etmekten aciz kaldığı bu meleğin büyüklüğünü hayal edebiliyor musunuz? Eğer galaksimiz bir melek olsaydı, işte böyle üç yüz milyar başlı, her başında trilyonların ifade edemediği dilli ve her dilinde rakamlara sığmayan tesbihleri olan bir melek olurdu. Bunu gördükten sonra galaksimizin tesbihatını melekût âleminde temsil edecek meleğin azametini akla sığıştıramamak olur mu?

Elbette galaksimizi böyle haşmetle yaratan celal sahibi yaratıcı, galaksimizin yaptığı tesbihatı temsil edecek o haşmette melekleri de yaratmıştır.

Sözün özü: Şuursuz mahlûkatın bir nevi ibadetinin ve tesbihinin olduğunu ispat eden âleme dikkatli bir bakış ve Kur’an’ın ayetleri, aynı zamanda bu şuursuz mahlûkatın ibadet ve tesbihatını temsil edip, dergâh-ı İlahiyyeye arz edecek meleklerin varlığını da gerektirmektedir. Bu meleklerin vücudu da temsil ettikleri mahlûkun vücuduna münasip bir tarzda olacaktır. (bk. Nursi, Sözler, On Dördüncü ve Yirmi Dokuzuncu Söz; İlmedavet)

Dipnotlar:

(1) bk. Buharî, tevhid, 20; Müslim, Lian, 17; Taberanî, el-Mucemu’l-Kebir, 9/23-şamile. 
(2) bk. Et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân 15:156; Ebu’ş-Şeyh, el-Azame 2:547, 740, 742, 747, 3:868; İbni Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân 3:62; İbni Hacer, Fethu’l-Bârî 8:402; el-Münâvî, Feyzu’l-Kadîr 2:82.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun