Kur'an kendisi hidayet rehberi ve açıklayıcı olduğu halde, neden müfessirlerce açıklanmaya ihtiyaç duyuluyor?

Tarih: 11.08.2009 - 00:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Müfessirler ise, her ayet hakkında birbirine uymayan birçok söz söylemektedirler.
- O halde, Kur'an, nasıl hidayet rehberi olur?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Kur’an’ın üslubuna itiraz edenlerin şüpheleri üç noktada yoğunlaşmıştır:

Birincisi: Kur'an'da müşkil ve müteşâbihlerin bulunmasıdır. Bu ise, onun en bariz özelliği olan ve meseleleri açıkça ortaya koymayı hedefleyen üslûbunun temel esası sayılan belagata aykırıdır.

İkincisi: Kâinatla ilgili hususları fen bilimleri gibi detaylı bir şekilde sözkonusu yapmayıp, onları müphem bırakmasıdır. Bu ise, Kur’an’ın asıl maksadı olan irşad, tâlim ve terbiye metoduna aykırıdr.

Üçüncüsü: Kur’an’ın bazı ifadelerinde, aklî delillere ve realitelere ters gibi görünen hususların varlığıdır. Bu ise, onun tahkik ve hidâyet kitabı olma özelliğiyle çelişmektedir.(bk. Bediüzaman Said Nursî, Muhâkemat, s. 158).

Bediüzzaman, kusur gibi tevehhüm edilen bu üç noktayı Kur'an i’cazının birer parıltısı olarak değerlendirmektedir. Birinci noktayı teşkil eden müteşâbihler konusundaki değerlendirmesi şöyledir: İnsanların çoğunluğunu teşkil eden genel halk kitleleri, bir kısım gerçekleri olduğu gibi anlayamazlar. Hâlbuki Kur'an’ın nazarında çoğunluğun seviyesine itibar edilir. Çünkü, basit fikirli insanların seviyesi göz önünde bulundurulduğu takdirde, aynı dersten üst seviyedekiler de anlar. Fakat durum tersine olursa, aşağı seviyedekilerin anlaması imkansızdır. İnsanların anlayış seviyelerini nazara alan bu yaklaşım tarzı "tenezzülât-ı İlâhîyye" olarak tabir edilir.

"Rahman arşa istiva etti." (Tâhâ, 20/5)

mealindeki âyet, konunun en çarpıcı bir misalini teşkil etmektedir. Bütün insanlar rahatlıkla bu ifadeden Allah'ın kâinat üzerindeki hükümranlığını anlayabilirler. (İşârâtu’l-İ’caz, 200-201; Muhâkemat, s. 159)

Ona göre, bu bir teşbih ve istiare sanatıdır. Çünkü müteşâbihat da istiarenin en derin olan kısmıdır. Demek ki, Kur'an'da yer alan bu gibi kapalı ifadeler, lafzın kapalılığından değil, mananın derinliğinden kaynaklanmaktadır. (bk. İşârâtu’l-İ’caz, s. 202-204; Muhâkemat, s. 159-160)

Buna göre, Kur’an’ın müteşâbihatı, gayet derin meseleleri temsil ve teşbihlerle geniş kitlelere ders vermektedir. (bk. Lem'alar, s. 91)

Kur’an’ın kâinattan detaylı bir şekilde bahsetmemesinin sebebi ise şöyle açıklanabilir: Kainatta bir tekâmül kanunu vardır. Eskiden çok kapalı meseleler zamanla bedihî ilimler sırasına geçebilir. Hâlbuki irşadın özelliği, mevcut ilim ve fikir seviyesini nazara almaktır. Meselâ: Şayet Kur'an, XIV. asır önceki insanlara "Kendi ekseninde dolaşan güneşin duruşuna ve onun etrafında pervane gibi dönen dünyanın hareketine bakın! Bir milyondan fazla mikroskobik canlıları barındıran bir damlacık suyu temaşa edin ki, Allah'ın sonsuz kudretinin belgelerini görebilesiniz." deseydi, insanların çoğunu şaşırtmış olacaktı. Çünkü onlar, gözleriyle dünyanın değil, güneşin dönmekte olduğunu görüyorlardı. Ve bir damla suda ise, hiç bir şey görmüyorlardı. Fennî keşifler ancak hicri onuncu asırdan sonra ortaya çıkmıştır. O asra kadar elen insanları şaşırtmak, yalnız yeni müsbet fenlerin keşiflerinden sonra ancak anlaşılabilen konuları ders vermek, irşad prensibine de belagat kuralına da aykırıdır. Demek ki, insanların aklına göre konuşan Kur'an, tam belagat göstermiştir. (bk. İşârâtu’l-İ’caz, s. 203; Muhâkemat, s. 160-161)

Kur’an’ın ifadeleri belagatın zirvesinde olduğu için, dengeleri en güzel şekilde gözeten bir ölçüye sahiptir. Bu sebepledir ki, Kur'an'da medeniyet harikaları denilen müspet fenlerin keşfettiği teknolojik harikalara ayrıntılı bir şekilde yer verilmemiştir. Demek ki, birer teknolojik harikalar olarak bilinen uçak, denizaltı, tren, elektrik gibi sanatlar Kur'an'da daha fazla yer almak isteseler, bu takdirde, yıldızlar, şimşekler, atmosfer, gök cisimleri onlara karşı çıkacak ve “Siz kendi cisminiz kadar Kur'an'da yer alabilirsiniz ve o kadar da almışsınız” diye onları susturacaklardır. Buna göre her şey kendi sanat değeri kadar Kur'an'da yer almıştır denilebilir. (bk. Sözler, s. 276)

Kur’an’ın bir kısım ifadelerinin, zahir mânâsı itibariyle aklî delillere ve vakıaya ters gibi göründüğü hususu ise, şöyle değerlendirilebilir:

Kur’an’ın asıl maksadı Allah'ın birliği, nübüvvet, haşrin isbatı ve adaletin tesisidir. Kur’an’ın kâinattan söz etmesi, Allah'ın ilim ve kudretine delil olması içindir. Delil ise, iddiadan daha açık olması gerekir. Bu sebeple muhatapların doğrudan anlamadıkları hususları, akıllarının seviyesine yaklaştırmak için Kur'an, ifade tarzını onların duygu ve düşüncelerini okşayacak şekilde ayarlamıştır. Kaldı ki, ayetlerin bir kısmı bir kısmını açıklamaktadır. Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde bakıldığı zaman basit fikirli kimselerin düşüncelerini okşayan ifadelerin yanında, bilenler için de gerçeklere işaret eden bazı karineler koymuştur. (bk. İşârâtu’l-İ’caz, s. 204-205; Muhâkemat, s. 161-163)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun