Şafi mezhebine göre giyim-kuşam ve ziynet ile ilgili hükümler nelerdir?

 

İçindekiler

Giyim-kuşam ve ziynette mubahlık esastır. Çünkü yüce Allah yeryüzün­deki her şeyi insanlar için yaratmıştır. (Bakara 2/29.)

 

Meşru ölçüler çerçevesinde kalmak kaydıyla hoş ve temiz giyeceklerle ziynetler haram değildir. Âyette şöyle buyrulur: "De ki: Allah'ın kullan için ya­rattığı ziyneti ve temiz rızkı kim haram kılmış? De ki: Bunlar, dünya hayatın­da müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür." (A'râf 7/37.)

 

Konuyla ilgili başka bir âyet-i kerîmede ise insanlara şöyle hitap edilmek­tedir: "Ey âdemoğullarıl Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek el­bise verdik." (A'râf 7/26.)

 

İşte bu delillerden giyim-kuşam ve ziynet türünden olan şeylerde mubah-lığın esas olduğu anlaşılmaktadır. Ancak haram olduğuna ilişkin, hakkında ayet ve hadis bulunan şeyler bundan istisna edilmiş ve bu mubahlık hükmü­nün dışında tutulmuştur.

 

İstisna edilen şeyler

Erkek ve kadın bütün müslümanların altın veya gümüşten mamul kapla­rı kullanmaları, evlerini bunlarla süslemeleri haram kılınmıştır.Erkeklerin altın ve gümüşten yapılan saat, kalem ve süs eşyalarını kul­lanmaları, takılar takınmaları da haramdır. Yalnız kadınlar, bu maddelerden yapılan takıları kullanabilirler. Sevgili Peygamberimiz, ipek elbise giymeyi, al­tın ve gümüş kapları kullanmayı şu hadis-i şerifleriyle kesin olarak yasakla­mıştır: "Altın ve gümüş kaplardan içmeyiniz. İpek (elbise) giymeyin. Çünkü bunlar dünyada onların (gayri müslimlerin), âhirette, kıyamet gününde ise si­zin olacaktır." (Müslim, Libâs ve Zînet, 2.)

 

Kullanılmasa bile altın ve gümüş kapları satın alıp evde bulundurmak da haramdır. Çünkü ticaret için olsa bile bunları evde bulundurmak, kullanılma­larına yol açabilir. Fakat ipeği ticaret maksadıyla satın alıp evde bulundurma­nın sakıncası yoktur.

 

Hanefî mezhebine göre altın ve gümüş kapları, kullanmaksızın ticaret maksadıyla evde bulundurmak caizdir.

 

Zaruret veya ihtiyaç sebebiyle altın, gümüş ve ipek elbise kullanımının caiz olduğu haller

1.  Kadınların altın ve gümüş takılar kullanmaları mubahtır. Hangi yaşta, konumda ve statüde olursa olsun kadının, israfa kaçmamak ve örfe uygun miktarda olması şartıyla altın ve gümüş takılar takınması mubahtır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bu hususta şöyle buyurmuştur: "İpek ve altın giyip ta­kınmak ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helâl kılınmıştır.'' (Tirmizî, Libâs, 1.)

 

 

2.  Altın ve gümüşle ince bir tabaka halinde kaplanmış olan kapların ye­me ve içmede kullanılması caizdir. Böyle bir kap ateşe tutulduğunda, üzerin­deki altın veya gümüş kaplama eriyip bir tortu meydana getirecek kadar çok değilse, kullanılmasında sakınca yoktur. Aksi takdirde kullanılması haram olur.İster büyük ister küçük olsun, altın ile yama yapılan kapların da kullanıl­ması haramdır. Gümüş ile yama yapılan kabın yaması gereğinden büyük ise, o kabın kullanılması haram olur. Küçük veya ihtiyaca yetecek kadar ise, kul­lanılması mubah olur. Bununla ilgili bir rivayette Âsım-ı Ahvel şöyle demiştir:"Hz. Peygamber'in su bardağını Enes b. Mâlik'in yanında gördüm. Bar­dak çatlamış, onu gümüş telle bağlamıştı. Nudar ağacından(Nudar. Necid taraflarında yetişen, bardak ve kâse yapımında kullanılan bir ağaç adıdır.)yapılmış güzel bir bardaktı. Enes (r.a), 'Ben bu bardakla Resûlullah'a (s.a.v) çok defalar su sundum' dedi." (Buhârî, Eşribe. 30.)

 

Altın ve gümüş dışındaki değerli madenlerin süs eşyası veya kap olarak kullanılmaları -yasaklayıcı bir nas bulunmadığından-  caizdir.

 

3.  Kabe'yi ve mescidleri altın ve gümüşle süslemek caiz değildir.

4.  Gümüş yüzük takmak mubahtır, çünkü sevgili Peygamberimiz de gü­müş yüzük kullanmıştır. (Buhârî, Libâs, 46.)

 

Yalnız yüzüğün fazla iri olmaması, normalde ağırlığının 1 miskali (2,975 gr.) geçmemesi tavsiye edilir. Aslında bunda da örfün ölçülerine uyulmalıdır. Örfün belirlediği ölçü aşılmamalıdır.Erkeklerin altın yüzük kullanmaları caiz değildir. Ancak bazı İslâm âlimle­rinin, erkeklerin de altın yüzük kullanmalarının caiz olduğu görüşünde olduk­ları bilinmektedir. Bunlar görüşlerine delil olarak, ashâb-ı kiramdan Berâ b. Âzib'in (r.a) altın yüzük kullandığına dair rivayeti ileri sürmektedirler. Berâ b. Âzib'in, altının ziynet eşyası olarak kullanılmasının yasaklanmasından sonra da altın yüzük kullanmış olması, altın yüzük kullanmanın haramlıktan istisna edildiğini ileri süren fakihlerin görüşünü kuvvetlendirmektedir. Günümüzde her ne kadar ziynet ve övünme maksadıyla altın yüzük kul­lanma âdeti yok olmak üzere ise de, teberrük ve hatıra maksadıyla nişan yü­züğü kullanımı, yaygın bir şekilde toplumumuzda devam etmektedir. Kaldı ki bu yüzüğün kullanımı, örfî bir zorunluluk haline gelmiştir.Altın kullanımının haramlığı, israf ve övünme gerekçesine dayanmakta­dır. Zamanımızda bir nişan yüzüğünün israfa yol açmayacağı ve başkalarına karşı övünme aracı yapılmayacağı apaçık bilinmektedir. Nişan yüzüğü sade­ce bir hatıra ve alâmettir. Nişanlılar bununla evliliğe ilk adımı attıkları günü ha­tırlarlar. Nikâhtaki dinî amaç düşünülürse, yeni bir aile yuvası kurmanın bir övünç nişanı olduğu için belki de bu yüzüğü parmaklarında taşımakla nişan­lılar sevap kazanmış olurlar. (Tecrîd-i Sarih Tercemesi, 4/287-289.)

 

Örf zorlamıyor, iki taraf başka bir maddeyi yeterli görüyorsa, nişan veya evlilik yüzüğünün altın olmasında ısrar edilmemeli, ihtilâftan kurtulmak için ay­nı görevi yapacak başka bir maddeyi tercih etmelidir.

 

5. Zaruret halinde altın ve gümüş kapları kullanmak mubahtır. Meselâ al­tın veya gümüşten yapılmış olanından başka bir kap bulamayan kişinin, bu kapları kullanması caiz olur.Aynı şekilde burnu kesilen kişinin altından burun yaptırması veya düşen dişlerin yerine altın-gümüş diş taktırmak, dişlerini altın-gümüşle kaplatma mecburiyetinde kalan kişinin dişlerini bu madenlerle kaplatması mubahtır. Ko­nuyla ilgili bir rivayette Arfece b. Es'ad (r.a) şöyle demektedir:"Câhiliye devrinde cereyan eden Külâb savaşında burnum isabet almış, bu sebeple gümüşten bir burun taktırmıştım. Bilâhare burnum kokmaya başladı. (Durumu kendisine açtığımda) Resûlullah (s.a.v), bana altından bir bu­run yaptırmamı emretti." (Ebû Davud, Hâtem, 7; Tirmizî, Libâs, 31; Nesâî, Zînet, 41; Cezîrî, Mezâhib, 2/15-17; İbn Âbi-dîn, Reddü'l-Muhtâr, 5/231.)

 

Altın ve gümüşten yapılan kapların kullanılmasının haram kılınmasındaki hikmet

Altın ve gümüşten yapılan kapların kullanılmasının haram kılınmasında­ki asıl sebep dinin emridir. Ama bunun yanında bu haram kılmanın birtakım fayda ve hikmetleri de vardır ki bunları şöyle sıralayabiliriz:

1. Yüce Allah, altın ve gümüşü insanlar için alışveriş aracı yapmış, insan­lar arasındaki muamelelerin kolayca yürütülmesini bunlara bağlamıştır. Bu madenleri aslî işlevlerinden alıkoyarak başka alanlarda kullanmak mubah ol­maz.

2. Zenginlerin altın ve gümüş kaplar edindiklerini ve bunlarla gururlandık­larını gören fakirler incinirler.

3.  Halkın altın ve gümüş kaplar edinip onları evlerine dizerek aslî fonksi­yonlarını unutmalarını önlemek için bunları kullanmak haram kılınmıştır.

4. Gayri müslimlerin alameti olan bir hususta onlara muhalefet etmek, al­tın ve gümüş kap ve ziynet eşyası kullanmanın haram kılınmasının hikmetle­rinden biridir. Zira gayri müslimler âhiretten yüz çevirip dünyaya ve dünya ni­metlerine yönelirler.

 

İpek elbisenin erkeklere haram olması

Erkeklerin ipek elbiseleri giymeleri veya başka şekillerde kullanmaları ha­ramdır. Bu maddeden yapılan elbiseler, küçük çocuklarla kadınlar için helâl­dir. (Nevevî, el-Mecmû', 4/321)

 

Bu konuda Hz. Ali şöyle bir rivayette bulunmuştur: Allah'ın peygamberi (s.a.v) bir ipek parçasını alıp onu sağ eline, bir de altın alıp onu sol eline koy­du ve sonra şöyle buyurdu: "Şu iki şey, ümmetimin erkeklerine haramdır." (Nesâî, Zînet, 40.)

 

İpeğin erkeklere haram kılınmasının hikmeti

Altın ve gümüşte olduğu gibi ipeğin de erkeklere haram kılınmasındaki asıl sebep dinin emridir. Bununla birlikte şu sebepten dolayı da haram kılın­mış olabilir:İpekli elbise giymek, erkeği erkeklik sıfatlarından uzaklaştırmaktadır. Çünkü erkek süslenmek ve bunlarla övünmek, refah içinde yaşayarak kadın­lara benzemek için değil, zorlukları aşmak ve önemli işler yapmak için yara­tılmıştır. Bunları yapmak da ancak refah ve lüksten, kadına benzemekten ve tembellikten uzaklaşmakla mümkün olur. (Mustafa el-Hın, el-Fıkhü'l-Menhecî, 2/91.)

 

Elbiseye eklenen ipek şerit, yaka, işaret gibi az miktardaki ipek, haramlık hükmünden istisna edilmiş olup muaftır. Bu da dört parmak genişliğinden faz­la olmamalıdır.İbrişimle dikilen bir elbiseyi giymek, ipeğe geçirilip dizilen teşbihi kullan­mak, dolgusu ipekten olan ceket, pardesü ve cübbeyi giymek caizdir. (Nevevi, el-Mecmû 4/323-324.)

 

İpek elbise giymenin caiz olduğu durumlar

Erkeklerin ipek elbise giymelerine iki durumda ruhsat tanınmıştır:

1.  Avret yerlerini örtmek, sıcak veya soğuktan korunmak için giyecek başka elbise bulunmaması durumunda ipek elbise giymek caiz olur. Çünkü zaruret halinde haramlar mubah olur.

2.  İhtiyaç duyulması durumunda ipek elbise giymek mubah olur. Meselâ bir kişinin vücudunda kaşıntı veya uyuz hastalığı meydana gelir de bu hasta­lığının iyileşmesi için ipek elbise giymesi hekim tarafından önerilirse, ipek el­bise giymesi mubah olur. Enes b. Mâlik (r.a) bu konudaki rivayetinde şöyle demiştir: "Resûlullah (s.a.v), Zübeyr b. Avvâm ile Abdurrahman b. Avf'a, vü­cutlarında meydana gelen kaşıntı sebebiyle ipek elbise giymelerine ruhsat verdi."( Buhârî, Libâs, 29; Nevevî, el-Mecmû', 4/325.)

 

3.  İpekle başka bir maddenin karışımından yapılan elbisenin ipeği daha fazlaysa erkeklerin onu giymeleri haram olur. Eğer diğer madde ipekten daha fazlaysa, o zaman giymeleri mubah olur. Çünkü hüküm, fazla olan maddeye göre verilir. İpek ile diğer madde miktar bakımından eşit iseler, o elbiseyi giymek yine mubah olur. Zira eşyada asıl olan mubahlıktır ve bu durumda o el­bisenin ipek olmayan kısmı, mubahlık hükmüne esas teşkil eder.

4. Kapı ve duvara ipek perde asmak haramdır. Çünkü bu, insanları kibir ve gurura sevkeder. Ancak âlimler Kabe'yi bundan istisna etmişlerdir. Ka­be'ye ipek örtüler asılabilir. Zira selef-i sâlihîn ve onlardan sonra gelenler bu­nu yapmış ve buna itiraz eden de olmamıştır. Fakat diğer mescid ve binalar bu hususta Kabe'ye kıyaslanamazlar.

 

Tesettür

Tesettür (örtünme), "kişinin bir zaruret olmaksızın vücudunun açılması ve bakılması helâl olmayan yerlerini örtmesi" demektir.Erkeklerin göbekle diz kapağı arasını, kadınların da el, yüz ve ayakları dı­şındaki organlarını, vücut hatlarını ve rengini belli etmeyecek vasıfta bir giysi ile örtmeleri gerekir. Ancak kadınların kendi mahremi olan baba ve erkek kar­deş gibi evlenmesi haram olan erkeklere karşı el, yüz ve ayaklarına ek olarak saç, kol ve boyun gibi yerlerini açabilecekleri hususunda izin verilmiştir. Bu konudaki âyette şöyle buyrulmuştur:

"Kadınlara söyle, ziynetlerini (süslerini ve süs taktıkları yerlerini) şu kim­selerden başkasına göstermesinler: Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, üvey oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kar­deşlerinin oğulları, müslüman kadınlar, sahip oldukları köleler, erkekliği kal­mamış hizmetçileri, henüz kadınların mahrem yerlerine vâkıf olmayan erkek çocuklar." (Nûr 24/31.)

Kadının kadına karşı avret mahalli, diz kapağıyla göbek arasıdır. Ancak ihtiyaç olmadan buralar dışında kalan yerlerini açmaları caiz değildir.Eşler arasında ise avret mahalli konusunda bir sınırlama getirilmemiştir.Hz. Peygamberin (s.a.v) eşlerinin örtünmeleriyle ilgili olarak Kur'ân-ı Ke-rîm'de şöyle buyrulmuştur:

"Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler. Bu onların tanınıp incitilmeme/erine daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." (Ahzâb 33/59.)

 

Bu âyetten sonra nazil olan şu âyetle de bütün mümin kadınların örtün­meleri gerektiği açık ve net olarak bildirilmiştir:

"Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar. Irzlarını ko­rusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini (ziynet tak­tıkları yerleri göstermeleri haram olan kimselere) göstermesinler. Başörtüleri­ni ta yakalarının üzerine kadar salsınlar." (Nûr 24/31.)

 

Kur'ân-ı Kerîm'deki bu hükümlerin yanı sıra sevgili Peygamberimiz de vücut hatlarını belli edecek tarzda giyinmeyi, karşı cinsi tahrik edecek şekilde dar ve şeffaf elbiseler giyinmeyi yasaklamıştır. İnce ve şeffaf bir elbise giyin­miş olarak yanına gelen baldızı Ebû Bekir'in kızı Esmâ'ya şu uyarıda bulun­muştur:

 

"Ey Esma! Bir kadın ergenlik çağına vardığında artık şurasının ve şura­sının dışındaki yerlerinin görünmesi uygun olmaz (Peygamberimiz böyle der­ken yüzünü ve ellerini göstermişti)." (Ebû Davud, Libâs, 34.)

 

Bu âyet ve hadislerden, avret mahallinin namazda olduğu gibi, namaz dı­şında da örtülmesinin farz olduğu, bu uzuvların açılmasının haram kılındığı anlaşılmaktadır. Tesettürün, uyulması zorunlu kesin bir dinî emir olduğunu şu âyet-i kerîme de ortaya koymaktadır:"Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaş­lı kadınların ziynetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendi­leri için bir günah yoktur. Ama yine de sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Nûr 24/60)

 

Görüldüğü gibi bu âyet, yaşlı kadınların ziynetlerini açmaksızın dış elbi­selerini bırakmalarında günah olmadığını belirtmekle, bunların ziynetlerini aç­malarının, ayrıca evlenme ümidi olan kadınların ziynetlerini ve avret mahalle­rini açmalarının günah olduğuna işaret etmektedir.Şunu da belirtelim ki, İslâm dini tesettür konusuna büyük önem vermek­le birlikte tesettürün keyfiyeti, yani ne şekilde yapılacağı konusunda fazlaca ayrıntıya girmemiş, örtünün genel hedef ve ölçülerini verip, diğer kısmını in­sanların örf ve âdetine bırakmıştır.

 

Saçları siyaha boyamak

Erkeklerin saçlarını, sakallarını, bıyıklarını, kadınların da saçlarını siyaha boyamaları haramdır. Ağaran saç, sakal ve bıyığın başka renge boyanması ise müstehaptır. Ashâb-ı kiramdan Câbir (r.a) bu konudaki bir rivayetinde şun­ları söylemektedir:"Mekke fethinde Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhâfe'yi Resûlullah'ın (s.a.v) huzuruna getirdiler. Saçı sakalı yandık dikeni gibi bembeyazdı. Resû-lullah (s.a.v) onun bu halini görünce, 'Bunun (ağarmış saç ve sakalın) rengini değiştirin, ama siyah renkten de kaçının' buyurdu." (Müslim. Libâs ve Zînet, 25.)

 

Yalnız kocası için kadının süslenmek amacıyla saçlarını siyaha boyama­sına ruhsat veren Şafiî bilginleri de vardır. (Nevevî, el-Mecmû', 1/345.)

 

Saça saç eklemek / peruk takmak

İnsan saçından yapılan perukları takmak, erkek kadın herkese haramdır. Ama başka maddelerden yapılan perukları takmakta bir sakınca yoktur. Bu­nunla ilgili bir rivayette Hz. Ebû Bekir'in kızı Esma (r.ah) şunları anlatmaktadır:Hz. Peygamber'e (s.a.v) bir kadın geldi ve, "Ey Allah'ın Resulü! Benim gelin olacak bir kızım var. Kızamığa yakalandı, saçları döküldü. Şimdi onun saçına saç ekleyeyim mi?" diye sordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, "Saçı­na saç ekleyene ve eklettirene Allah lanet etsin!" buyurdu. (Müslim, Libâs ve Zînet, 23.)

 

Ancak herhangi bir sebeple saçı döküldüğü için psikolojik rahatsızlık his­seden kimselerin, insan saçından başka maddelerden yapılan perukları kulla­narak bu hadisin kapsamına girmeden sıkıntılarından kurtulmaları mümkündür.

 

Estetik ameliyatı

İslâm dini, insanın yaratılıştan var olan güzelliklerini daha belirgin hale getiren takı takma, saçları tarama, meşru ölçüde süslenme, israf derecesine varmadan güzel giyinme gibi davranışlarını mubah saymıştır. Ancak yaratılış­tan verilmiş fıtrî özellik ve şekillerin değiştirilmesini yasaklamıştır.

Peygamberimiz (s.a.v) süslenmek maksadıyla vücutlarına dövme yapan veya yaptıranları, dişlerini yontarak seyrekleştiren ve şeklini değiştirenleri kı­namıştır. Ancak vücudun herhangi bir organında, insanı aşağılık kompleksine iten, toplum içinde küçümsenmesine ve böylece acı ve ıstırap çekmesine ne­den olan bir anormallik veya fazlalık yahut eksiklik bulunursa, bunun ameliyat­la düzeltilmesinde dinen bir sakınca görülmemektedir.Buna göre, hastalık nedeniyle saçları dökülenler, kaza sonucu burun, ku­lak ve göz gibi organlarını kaybedenler yada başka şekil bozukluklarına ma­ruz kalanlar, estetik ameliyat yaptırabilirler.

 

Dövme yaptırmak

Bedenin herhangi bir yerine iğneyle açılan deliklerin üzerine, sürmeye benzer bir boya sürerek dövme yaptırmak, her şeyden önce insanın bedeni­ne eziyet verdiği için caiz görülmemiştir. Sevgili Peygamberimiz, dövme ya­panları ve yaptıranları kınamıştır. Abdullah b. Ömer (r.a) bu konuda şunları söylemiştir: "Hz. Peygamber saç ekleyene ve eklettirene, dövme yapana ve yaptırana lanet etti." (Buhârî, Libâs, 86.)

 

Fakihler, dövme yapılan yerin necis olacağını söylemişlerdir. Çünkü ora­da kan hapsedilmiştir. Dövmeyi silip gidermek eğer mümkünse, giderilmesi gerekir. Ancak giderilmesi sebebiyle cilt yaralanacaksa ve bu yara vücuda zarar verip kötü izler bırakacaksa, bu takdirde dövmenin silinip giderilmesi ge­rekmez.İç dünyalarındaki boşluk ve başka milletlere özenti sebebiyle gençlerimiz dövme yaptırmakta, Allah'ın sade ve güzel olarak yarattığı vücutlarına, aslın­da hiç de estetik olmayan bir görünüm kazandırmaktadırlar. Onlardan bekle­nen, Hz. Peygamberin (s.a.v) bu yasağına kulak verip bu özentiden vazgeç­meleri ve müslüman gence yaraşır bir hayat sürmeleridir.

 

Sünnet olmak

Hz. İbrahim (a.s) ile başlayıp onun bir geleneği olarak devam eden sün­net olmak, İslâm dininde benimsenmiş, fıtrata ait ve insan doğasına uygun bir operasyondur. Erkek çocukların ve bazı sıcak bölgelerde kız çocukların sün­net ettirilmesi vaciptir. Erkeklerin sünneti, penisin uç kısmını kapatan kılıfı kesmekle olur. Kız çocuklarının sünneti ise, vaginanın üst tarafında bulunan derinin bir parçasını kesmekle olur.Bazı bilginler, erkeklerin sünnet ettirilmesi vacip, kızların sünnet ettirilme-sininse vacip olmadığını ifade etmişlerdir.

 

Hanefî mezhebine göre insan fıtratına uygun olan bu operasyonun yapıl­ması sünnettir.

 

İlk sünnet olan insan Hz. İbrahim'dir. Bu tarihî gerçeği sevgili Peygambe­rimizin (s.a.v) şu sözlerinden öğrenmekteyiz: "Peygamber İbrahim (a.s) sek­sen yaşında iken kendi kendine sünnet oldu." (Müslim, Fezâil, 41)

 

Sünnetin fıtrata uygun bir ameliye olduğu, konunun baş kısmında ifade edilmişti. Yaratılış anlamına gelen fıtrat kelimesiyle asıl kastedilen mâna, pey­gamberlerin güzel görüp yaptıkları ve semavî dinlerin ittifakla kabul ettikleri eskiden beri süregelen sünnettir. Sevgili Peygamberimiz beş şeyin fıtrattan olduğunu bildirmiştir:"Fıtrat beştir (veya beş şey fıtrattandır): Sünnet olmak, etek tıraşı olmak, koltuk altı kıllarını yolmak (temizlemek), tırnaklan kesmek ve bıyıkları kısalt­mak.''(Buhârî, Libâs, 62.)

 

Sünnet olmanın zamanı

Sünnet olmanın hükmü vacip olmakla beraber sünnet ameliyesinin çocuk iken yapılması şart değildir. Büyüdükten sonra da yapılabilirse de baba veya velisinin, çocuğu doğumunun yedinci gününde sünnet ettirmesi müstehaptır. Ama çocuk buna dayanamayacaksa veya hasta ise, durumu düzelinceye ve bu ameliyeye dayanabilecek güce ulaşıncaya kadar ertelenir.Çocuk ergenlik çağına varmadan önce sünnet olması vacip değildir. Er­genlik çağına ulaşınca, eğer daha önce olmamışsa derhal sünnet olması va­cip olur. Bünyesi zayıf olan bir kişi, sünnet olduğu takdirde bedenî bir zarara maruz kalmaktan korkarsa, bünyesi kuvvetlenene kadar sünnet olmayı erte­ler. Çünkü sevaba ulaşmanın yolu, bedene zarar vermekten geçmez. (Nevevî, el-Mecmû', 1/351.)

 

Kadınlarla tokalaşmak

Aralarında evlenme engeli bulunmayan bir kadınla erkeğin tenhada bu­luşmaları, insan doğasında bulunan şehevî duyguları harekete geçireceği ve işi daha da ileri götürerek meşru olmayan ilişkiye girecekleri endişesiyle dinen yasaklanmıştır. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuş­tur: "Allah'a ve âhiret gününe inanan bir kimse, aralarında bir mahrem bulun­maksızın bir kadınla tenhada buluşmasın." (Ahmed, el-Müsned, 3/339; Deylemî, Firdevsü'l-Ahbâr, nr. 5995; Taberânî, el-Mu'cemü'l-Ke-bîr, nr. 11462; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 1/278.)

 

Aynı şekilde bir erkeğin, kendisine mahrem olmayan bir kadınla tokalaş­ması da bahsedilen endişeden hareketle caiz görülmemiştir. Sevgili Peygam­berimizin elinin, kendisine yabancı olan kadınların eline değmediği, onlardan biat alırken bile tokalaşmayıp sadece konuşmakla ve sözlü biat almakla ye­tindiği rivayet edilmiştir. Konuyla ilgili olarak Hz. Âişe (r.ah) şöyle demiştir: "Al­lah'a yemin ederim ki, biat alırken Resulullah'ın (s.a.v) eli asla (yabancı) bir kadının eline değmemiştir. Onlarla sadece sözlü olarak biatleşmiştir." (Buhârî, Şürût, 1.)

 

Kendisiyle baş başa kalınacak veya tokalaşılacak kadının güzel veya çir­kin olması bu haramlık hükmünü ortadan kaldırmaz. Kadının şehevî duygula­rı harekete geçirecek güzellikte olmayışı, onunla buluşmayı ve tokalaşmayı yasaklayan fıkhî kaynaklarda böyle bir ayırım cihetine gidilmemiştir. Nitekim şair demiş ki:

 

"Mahallede yere düşen şeyi yerden kaldıracak biri çıkar, Pazarda para etmeyen şey, gün gelir revaç bulup satılır."

 

Kişinin mecbur kalmadıkça kendisine mahrem olmayan bir kadınla yalnız görüşmekten ve onunla tokalaşmaktan sakınması gerekir. Söz gelimi gurbet­te, tanımadığı bir yerde veya kendisine yardım eli uzanmayacak ıssız bir yer­de kaybolan, gidecek bir yeri de olmayan bir kadına yardımcı olmak ve onu heder olmaktan kurtarmak için üzerine kol kanat germek, istediği yere götür­mek üzere bir erkeğin onu yanına alması caiz, hatta gerekli olur.Zaruret halinde haramların mubah olacağı ilkesinden hareketle bazı bil­ginler, bazı zaruri durumlarda kadınlarla tokalaşmaya ruhsat vermişlerdir. An­cak bu zaruretin yeri, zamanı ve miktarı çok iyi belirlenmelidir.

 

Erkeğin, nişanlanacağı kadına bakması

Evlilik ciddi ve bir o kadar da kutsal bir müessesedir. Kişi evlenmek iste­diği ve evlilik yolunda atılacak ilk adım mesabesinde olan nişanlanmaya yö­neldiği bir kadını elbette görüp beğenmeyi arzu eder. Bu, erkek için olduğu kadar, kadın için de söz konusudur. Mutlu ve ömür boyu sürecek olan bir ai­le yuvası kurmanın yolu buradan geçer. Birbirlerini görüp beğenmeden evle­nerek mutsuz olup daha sonra ayrılmaktansa, eşlerin birbirini görüp beğene­rek evlenmeleri, mutlu ve ömür boyu sürecek sağlam temelli bir aile yuvası kurmaları, elbetteki İslâm'ın ruhuna daha uygun olur. Nitekim Asr-ı saâdet'te bir kadınla nişanlanan Mugîre b. Şu'be'ye, sevgili Peygamberimiz şu tavsiye­de bulunmuştur:"Git, onu bir gör. Zira böyle yapman, aranızdaki ülfet ve sevginin devamı için daha uygundur." (Tirmizî, Nikâh, 5; Dârimî, Nikâh, 5.)

 

Evlenecek olan eşlerin nişanlanmadan önce birbirlerini görüp konuşma­ları, halvet şeklinde ıssız veya kapalı bir yerde baş başa değil, mutlaka kadı­nın velisinin yada mahremlerinden birinin yanında olmalıdır. Usulüne uygun nikâh akdi yapılmadan bunların birlikte gezip dolaşmaları, tenhada buluşup görüşmeleri kesinlikle haramdır. Müslümanların bu gibi şeylerden sakınmala­rı gerekir.

 

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun