Beni Kurayza'da suçsuz erkek çocukların katledildiği doğru mu?

Tarih: 15.07.2023 - 20:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Beni Kurayza'da suçsuz savaşmayan çocukların da toplandığı ve cinsel organlarına bakılıp kıllanma varsa direkt öldürülmeleri, yok ise köleleştirilmeleri iddialarına nasıl cevap veririz?
- İslam karşıtlarının iddia ettikleri gibi savaşmasa dahi ergenliğe ulaşmış (ki buna da kıl var mı yok mu diye karar veriyorlarmış iddialara göre) erkek çocukların öldürüldüğü doğru mu?
- Bir de bu kabilenin Hendek Savaşı'nda Müslümanlara lojistik yardım ettiğini söylüyorlar, bu doğru mu?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Öncelikle ifade edelim ki, sadece savaşçılar idama mahkum edilmiştir. Savaşçıların boyunları vurulurken, durumundan şüphelenilenler kontrol edilip ve edep yerinde kıl bitmiş olanların boyunları vuruluyor, kıl bitmemiş olanlara dokunulmuyordu. Hatta o sırada çocuk olan Atiyyetü’l-Huzaî’nin de edep yeri kontrol edilmişti ve o henüz kıl bitmediği için öldürülmekten kurtulmuştu.

Kurayza Yahudilerinin kendi istekleri üzerine, Hz. Sad b. Muaz hakem tayin edildi. Sad, kendisinin vereceği hükme razı olacaklarına dair hem Evsliler’le Benî Kurayza’dan hem de Hz. Peygamber Efendimiz (asm)'den söz aldıktan sonra kararını açıkladı:

Savaşabilecek yaşta bulunan erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklara esir muamelesi yapılacak, mallar Müslümanlar arasında paylaştırılacaktı.

Resul-i Ekrem’in de onayladığı bu kararın

- Tevrat’a uygun olduğu (bk. Tesniye, XX/10-15),
- Kuran’da da Allah ve Resulüne savaş açan ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlara verilecek cezalar arasında böyle bir hükmün bulunduğu görülmektedir. (bk. Maide 5/33-34)

Hz. Peygamber (asm) Efendimizin emri üzerine, ölüm cezasına çarptırılan bütün savaşçılara infazdan önce yiyecek ve içecek verilmiş, Tevrat okumalarına müsaade edilmiştir. Kuşatma sırasında İslam’ı seçen dört savaşçı ise idamdan kurtulmuştur. Sayılarının 1000 civarında olduğu sanılan kadın ve çocuklardan bir kısmı serbest bırakılmış, sahabilere dağıtılanların dışında kalan humus satılarak cihad için at ve silâh temin edilmiştir.

Bu arada Resul-i Ekrem (asm), henüz büluğ çağına ermemiş çocukların annelerinden ayrılmamasını ve öksüzlerin sadece Müslümanlara satılmasını istemiş, kendisi de esirler arasında bulunan Reyhane bint Zeyd’i safî olarak seçmiştir.

Bu kısa bilgiden sonra detaya gelince:

Kurayza Savaşı

Kurayza gazası sırasında neler yaşandı, savaşın seyri nasıl oldu, kaleleri kuşatılıp yenilen Beni Kurayza esirlerine, onların erkeklerine, kadınlarına ve çocuklarına neler oldu? Yetişkin erkeklerin boyunları neden vuruldu? Kadın ve çocuklar köleleştirildi mi? Malları ganimet olarak nasıl paylaştırıldı? Kurayza Gazası bilinirse bütün bu soruların da cevapları bilinmiş olur.

Medine’yi Hendek gazası sırasında kuşatan ve alamayan Hizipler ordusu, hicretin beşinci yılında (627) Allah’ın yardımının gelmesiyle dağılıp gitmişlerdi. Bir gecede, hiçbir netice alamadan, gayzlarını ve kinlerini içlerine gömerek… Müslümanlar ertesi gün, yani cumartesi sabahı Medine’ye döndüler ve evlerine dağıldılar.

Pek yorgun ve bitkindiler, ama bir o kadar da sevinçliydiler: Onları zafer ve çektikleri sıkıntılara sabır sevindirmekteydi. Çünkü bir yandan Allah’ın yardımına mazhar olup zafere erişmişler, diğer yandan sıkıntı, zorluk, açlık ve güçlükler sevap defterlerine çok şey katmıştı. Hem Allah için gaza etmek, gayret göstermek, cihatta bulunmak, Son Peygamber’in ve İslam’ın ilk devlet başkanının ordusunda asker olmak ve ayetlerde Allah’ın övgüsüne mazhar olmak sevinmek için önemli sebeplerdi. Savunmada çok şehit de vermemişler, “Hendek Gazileri” olarak evlerine dönebilmişlerdi.

Allah Resulü de birkaç hafta süren kuşatma sırasında iyice yorulmuştu. Altı gün süren hummalı, aç susuz hendek kazımı sonunda hemen çatışmalar başlamış, bir yandan açlık, bir yandan soğuk, bir yandan düşmanın çokluğu, gücü ve Kurayza ihaneti…

Mekke şimdiye kadar hazırladığı orduların en büyüğü ile Başkent Medine’yi kuşatmıştı. Bu savaşta galip olunca bütün yetişkin Müslüman erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklar esir alınıp köleleştirilecekti. Diğer yandan bir ay kadar süren pek sıkıntılı ve endişeli günler.

Bütün bunlar müminleri iyice yormuş ve sarsmıştı. Ama onlar imtihanı başardıklarına inanıyorlardı.

Allah Resulü Hendek savunmasından dönüşte Hz. Ayşe’nin odasına indi. Toz toprakla kirlenmişti. Güzelce yıkandı ve giyindi. Buhurlanmak, güzel kokmak istiyordu. Güzel kokuyu severdi, buhurdanlığı getirtip yaktırdı.[1]  Oturduğu sırada, Mescid-i Nebi’nin kapısında birine gözü takıldı. Bu sahabesi Dıhye suretinde görünen Hz. Cebrail’di. Beyaz sarığının ucunu iki omuzu arasına salmış, atlas eğerli bir katır üstünde ve savaş zırhıyla kendisine insan suretinde görünüyordu. Demek o da Hendek savaşından dönmüştü. Belki de şu an çekilen düşmanı takipten dönüyordu.

Saffat Suresi’nin başında meleklerden şöyle söz edilir:

 “Saf saf dizilmişlere, toplayıp sürenlere ve zikir okuyanlara and olsun ki, Rabbiniz birdir…”[2]

Burada, "Saffat, Zacirât ve Taliyat’tan söz edilir: Saf saf dizilenler, sürüp çıkaranlar ve zikir okuyanlar kimlerdir?" Melekler. Burada melekler üzerine ant içilmektedir.[3]

Gerçi bir düzende saf tutan namaz cemaati, askerler ve ordular da vardır. Bir yoruma göre; yardım melekleri de, saf saf olup savaş meydanlarına gelirler. Meleklerin mümin ordulara yardımı için ayetlerde bazı şartlar da yer alır: Yardım için askerler savaşta Allah’a tevekkül etmeli, dişlerini sıkıp zorluklara sabretmeli ve günahlardan sakınmalıdırlar. Kısaca şartlar, tevekkül, sabır ve takvadır. Ayrıca, hafaza melekleri ve muakkibat denen takipçi melekler de insanları tehlikelerden korurlar.[4] Melekler farklı şekillere girebilirler.

İşte Dıhye gibi görünen Hz. Cebrail de savaştan yeni dönmüştü. Başından tozları silkerken hayretle sordu:

“Ey Allah Resulü, silahını çıkardın mı?”

“Evet.”

Cebrail bilgi verdi:

“Vallahi melekler silahlarını çıkarmadılar. O topluluğu takip etmeden de geri dönmediler. Ey Muhammed, Aziz ve Celil olan Allah sana Kurayza Oğullarına yürümeni emrediyor! Ben de bu arada onlara gidiyorum ve onları (kalelerini) sarsacağım.”

Hz. Cebrail ve diğer melekler hâlâ asker kıyafetindeydiler. Bir rivayete göre müşrikler üzerine yürüme emri alan Allah Resulü sordu:

“Nereye ve kimler üzerine gideceğim?”

Cebrail eliyle işaret etti:

“İşte oraya.”

O, Medine’nin güneydoğusunu, Kurayza yurdunu gösteriyordu. Demek sefer, Medine’ye iki saatlik uzaklıktaki Kurayza kalesine yapılacaktı. Cebrail ekledi:

“Yanımdaki melekler ile onlara karşı gidiyordum. Atımı kaleleri üzerine sürüp onları darmadağın edeceğim.”

Bu bir müjdeydi. Hz. Cebrail oradan ayrılır ayrılmaz Allah Resulü sıçrayıp kalktı, zırhını giydi, miğferini başına geçirdi. Silahlarını alıp Bilal’a emretti.

“Allah’ın emrine boyun eğip itaat eden, ikindi namazını Kurayza yurdundan başka yerde kılmasın!”[5]

Resulullah (asm), yerine İbn-i Ümmü Mektum’u Medine’de bıraktı. Hz. Bilal Medine sokaklarında hızla dolaşarak emrini yüksek sesle herkese ulaştırdı. Allah’tan emir vardı. Ona itaat edenlerin ikindi namazını Kurayza yurdunda kılmaları gerekiyordu. Hemen sefer için yola çıkılmalıydı. Bir anda Medine hareketlendi.

Yola Çıkış ve Görüş Farklılığı

Resulullah Efendimiz (asm) sırtına kalkanını asıp, sancağı Hz. Ali’ye teslim etti ve yola çıkardı. Haberi duyan hazırlanıp yola çıkıyordu. Medine Kurayza kalesine akıyordu sanki. Sefere katılanlar üç bin kadardı. Orduda, hendek savunmasında olduğu gibi, yine otuz altı atlı vardı. Çok geçmeden bir grup atlı Allah Resulünü ortalarına alıp yola çıkmışlardı.

Yola çıkanlardan kimi, “geçme pahasına da olsa”, ikindi namazını yolda kılmadı. Çünkü Resulullah’ın (asm) buyruğuna göre, Allah’a itaat eden herkesin namazı Kurayza yurdunda kılması gerekiyordu. Kimi de Medine’de Bilal’in yaptığı çağrıdan maksadın “savaşa iştirak etmek” olduğu kanaatindeydi. Yolda ikindiyi kılmak Allah’a itaatsizlik değildi. Böyle düşünenler yolda namazlarını kıldılar.[6] Erken yola çıkanlar zaten, Kurayza yurdunda ikindi namazını kılmışlardı.

Hz. Ali, Kurayza yurduna varınca sancağı kalenin az ötesine dikti. Yahudiler askerleri görünce onlara sövüp saymaya başladılar. Hz. Ali sancağı Ebu Katade’ye teslim etti ve Allah Resulünü karşılamak için geri döndü. Kendisiyle buluşunca ona sordu:

“Ey Allah Resulü, şirret adamların yanlarına kadar varmasan olmaz mı?"

Resulullah da sordu:

“Neden?”

Hz. Ali Yahudilerden duyduğu küfürleri huzurunda söylemekten utandığı için susuyordu. Allah Resulü Hz. Ali’ye döndü:

“Herhalde onlarda, beni üzecek birtakım sözler duydun?”

“Evet, ey Allah’ın Resulü”

“Musa bundan daha ağırı ile karşılaşmış ve daha çok üzülmüştü. Haydi, git Allah düşmanları beni görecek olursa dedikleri çirkin sözlerden hiçbirini söyleyemeyecekler.”

Hz. Ali sancağın yanına döndü. Gerçekten Allah Resulü Yahudilerle varıp konuşunca, sövüp saydıklarını bile inkâr ettiler. Derken Allah Resulü emretti ve ok yağmuruna tutuldular. Yahudilerin bir kısmı iç kısımlara doğru kaçışıyorlardı. Ok atışları akşama kadar sürdü. Düşman da oklara oklarla karşılık veriyordu.

İkindi namazı için görüş ayrılığına düşenler geç vakit savaş yerine geldiler. İkindiyi yolda kılmayanlar yatsı sonrasında kaza ettiler. Peygamberimiz bu ihtilaf ve içtihat farkında taraf tutmadı ve kimseyi kınamadı. İhtilafları, farklılıkları, görüş ayrılıklarını katılaştırmamak ve incelikle tatlıya bağlamak gerekiyordu. Birlik ve beraberlik için de bu gerekliydi. Ashab-ı Kiram da kimi konularda ihtilaf ediyor, farklı görüş ve içtihatlarda bulunabiliyordu. Bu durum, bir başka açıdan İslam’ın zenginliğiydi. Böylece kimi konular çözüme kavuşuyordu. Burada namazın kazası gibi bir uygulamayı da görmekte ve öğrenmekteyiz.[7] Hendek savaşında da bunun bir başka örneği görülmüştü.

Barış Teklifleri

Muhasara ertesi gün de devam etti. Medine münafıkları Kurayzalılara şu mesajı ulaştırdılar:

“Çarpışmayı sürdürün, teslim olmayın, biz de size yardım edeceğiz.”

Yahudiler kuşatma uzadıkça sıkışıyorlar, sürekli Medine’den yardım umuyorlardı. Yardım gelmeyince barış istemek zorunda kaldılar. Barış için kaleden inen Nabbaş b. Kays teklifini Allah Resulüne (asm) sundu:

 “Ey Muhammed, Beni Nadir Yahudilerinin teslim oldukları gibi (yap; kanımızı dökme), mal ve silahlar senin olsun. Kadınlarımızı ve çocuklarımızı alıp senin memleketinden gidelim. Her türlü silah hariç, her aile için bir devenin taşıyabileceği lüzumlu eşyayı götürmemiz için müsaade et.”

Kurayzalılar, Nadirliler gibi sürgüne hazırdılar. Beni Nadir sürgün öncesi, Medine’ye iki saat mesafede, Mekke yolu üzerinde bulunan kalelerinde oturuyorlardı. Bilindiği üzere, hicretin dördüncü yılı Rebiülevvelinde sürülmüşlerdi. Allah Resulü:

“Hayır.” dedi. “Bu teklifi kabul edemem.”

Kurayzalılar, antlaşmayı bozmuşlar, savaşta “en sıkışık anda” müminleri yüzüstü bırakmışlar, üstelik Medine’ye saldırıda bulunmuşlar, köklerini kesmek üzere gelen düşmana yardımcı olmuşlar ve suçlarına ortak olmuşlardı. Eğer galip olsalardı, müminlerden hayatta tek kişi bırakmayacaklardı. Şimdi galiplerin ne yapması gerekiyordu? Yok etmek isteyenlere yok etmek kararı mı düşünülmekteydi? Nabbâş ikinci önerisini yaptı:

“Öyleyse kanımızı bize bağışla, yalnız kadın ve çocuklarımızı alıp gidelim. Malı mülkü de olduğu gibi bırakalım?”

Allah Resulü:

“Hayır.” dedi. “Kayıtsız şartsız hükmüme razı olup teslim olacaksınız, başka çareniz yok.”

Nabbâş ümidini kaybetmişti. Son Peygamber; yoktan antlaşmayı bozan ve Müslümanları yok etmeye karar alan, o sırada arayı düzeltmek için gönderilen heyeti aşağılayan Kurayzalıları affedeceğe benzemiyordu. Nabbâş geri dönüp olanı biteni Yahudilere bildirdi.[8]

Bir cuma akşamı, reisleri / liderleri Kab b. Esed, Kurayzalılara Müslüman olmalarını, bunu yapmazlarsa kadın ve çocuklarını öldürüp savaşmalarını veya bu cumartesi gecesi ansızın onlara saldırmayı teklif etti. Önerilerinin hiçbiri kabul görmedi. O akşam kadınlar ve çocuklar durmadan ağlıyorlardı. Halleri ne olacaktı?

Ebu Lübabe: “Allah Tövbemi Kabul Etmedikçe”

Çarpışmalar ve kuşatma sürerken, Yahudiler eski müttefikleri Evs’li Ebu Lübâbe ile konuşmak ve durumu görüşmek için onu kalelerine istediler. Allah Resulü “müttefiklerine git” deyince Ebu Lübabe gitti. Kaleye gelen Ebu Lübabe’ye yalvarıp yakarmaya, eski günleri hatırlatmaya başladılar. Bu durumlarını gören birisi, eğer ihanetlerini ve savaş sırasında yaptıklarını bilmese ve düşünmese onlara acıyabilirdi. Ebu Lübabe kendilerine şunu tavsiye etti:

 “Muhammed’in (asm) hükmüne boyun eğmenizi isterim.”

Bu sözleri söylerken gördüğü acıklı manzaradan etkilenmiş ve eliyle boğazına işaret etmişti. Bu “ona boyun eğerseniz sonunuz ölümdür” demekti. Sonra birden pişman oldu. Onlara verdiği mesaj ve yaptığı işaret, Hz. Peygambere (asm) ve davasına bir ihanet değil miydi? Bu işaretle düşmana iyilik, Müslümanlara kötülük yapmıyor muydu?

Ölüm işaretini yaptığına pişman olduysa da kendini ve hatasını affedemedi. Ebu Lübâbe, kendini hain olarak görmeğe başladı. Kaleden inerken üzüntüsünden ağlıyordu. Düşmana bir sır vermişti. Hz. Peygamber’in (asm) hükmüne boyun eğmemelerine işaret etmişti. Yeniden orduya katılmayı göze alamadı, bu haliyle müminlerin ve Hz. Peygamber’in yüzüne nasıl bakacaktı? Ya hakkında durumunu bildiren bir vahiy gelir veya Hz. Cebrail yaptıklarını Hz. Peygambere bildirirse veya bildirmişse ne olurdu? Üzüntüsüyle baş başa, yalnızca Medine’ye gitti. Kendini kıl iplerle Mescid-i Nebevi’nin direklerinden birine bağlattı ve kendi kendine şu sözü verdi:

“Allah işlediğim günahtan tövbemi kabul etmedikçe, yerimden ayrılmayacağım.”

Çok geçmeden hatası, bir hıyanet / ihanet olarak ayetlerde yerini aldı:

“Ey iman edenler, Allah’a ve Resulüne hainlik etmeyiniz. Siz kendi emanetlerinize bile bile ihanet eder misiniz?[9]

Ebu Lübabe bunu yapacak adam değildi. İkinci Akabe biatine katılan yetmiş kadar sahabe içinde yer almış, Bedir için yola çıkmış ve yolda Hz. Peygamber (asm)'le aynı deveye nöbetleşe binme şerefine mazhar olmuştu. Peygamberimiz kendisini yolda Medine’ye geri göndermiş, kadın ve çocukları ona emanet etmişti. Çünkü kadın ve çocuklara bir Yahudi ve münafık saldırısından korkuluyordu. O, Allah Resulü katında böylesine güvenilir biriydi. Böyle bir insan; Yahudiler “Muhammed’in hükmüne boyun eğelim mi?” diye sorunca, diliyle boyun eğmelerini söylerken, işaretle bir başka mesaj verebilir miydi? Yaptıkları kendine göre büyük suçtu.

Ebu Lübabe: “Bir daha ne Beni Kurayza’ya yaklaşır ne içinde Allah ve Resulüne hainlik ettiğim bir beldeyi görmek isterim.” diye düşündü.

Allah Resulü durumundan haberdar duyunca şöyle söylendi:

“Doğruca bana gelseydi, Allah’tan onun için af dilerdim.”

Diğer yandan, her insan, her mümin, her sahabe hata yapabilirdi. Hatta Hz. Yusuf ayetin dilinden: “Ben nefsimi tebrie etmem, nefis daima kötülükle emreder.” dememiş miydi?

Önemli olan hataya düşülünce onu hata olarak kabul etmek ve yanlıştan dönme erdemini göstermekti. Hatasını görmeyen, kabul etmeyen pişman olmaz, kendini düzeltmeye çalışmaz ve tövbe etmezdi. Bu açıdan şeytan ve nefis iş birliği yapıp insana hatasını kabul ettirmek istemezler, böylece tövbe yolunu ve iyiliğe dönüşü engellemek isterler. Bu tür insanlar gelişmeye, değişmeye, olgunlaşmaya açık değillerdir. Onlar değişmez bir kalıba dökülmüş gibidirler.

Ebu Lübabe pişmanlığında samimiydi. Pişmanlık manen tövbe sayılırdı.

Ayet “Allah ve Resulüne hıyanet etmeyin!” diyordu. Burada neler ihanet olarak anlaşılmalıdır? Müfessirler şunları ihanet olarak yorumlar: İmana, İlahî hükümlere ve Resulün yoluna ihanet, sadakatten ayrılmak, din emirlerini önemsememek ve yerine getirmemek, iç dışı tutmamak, ganimetten (insan hakkı ve devlet malından) çalmak ve kaçırmak, düşmana sır vermek ve onlar lehine casusluk yapmak.

Aslında Allah ve Resulüne ihanet, ayete göre kişinin kendine ihanet etmesidir. Bunlar, servet, makam mevki ve çoluk çocuğu gibi şeylerdir, onlar hakkında şu ayet de müminleri uyarır:

“İyi bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız, bir fitnedir (kıymetli olduğundan cazibeli ve çekicidirler).”

Bunlar da insanları günaha, belaya ve ihanete itebilirler. Ama şu düşünülmelidir: Bütün bunlar uzun zaman elde kalmaz, kalsalar da geçici, fani ve zaildirler. En uzun bizimle olanı, kabir kapısına kadar elimizde kalabilir. “Ve ennellâhe ‘ındehû ecrun ‘azîm = Allah, onun katında pek büyük bir ecir (ücret ve ödül) vardır.” Fani karşısında baki, küçük yanında büyük, zail karşısında daim, insan ödülü yanında Allah’ın ödülü düşünülmeli ve ihanetlere kapı aralanmamalıdır.

Ebu Lübabe artık mescitteydi. Namaz vakitleri hanımı gelip bağlarını çözüyor, namaz sonrası yine direğe bağlıyordu. Orada bağlı kaldığı müddetçe Ebu Lübabe üzüntülüydü. Üzüntüsünden iştahını yitirdi.

Kuşatma sırasında Salebe ve Esid adında iki Yahudi kardeş Kurayzalılara bir gerçeği açıkladılar:

Açıklamaya göre; Muhammed’in vasıfları Tevrat’ta yer alıyordu ve o Son Peygamberdi. Yahudiler ikna olmadı. Bu iki kardeş amcaları oğlu Esed b. Ubeyd’i de yanlarına alıp kaleden indiler ve İslam’la şereflendiler.

Kurayzalılarla Savaşa Başlama Konusunda Sad b. Muaz’ın Hükmü

Kuşatma hicretin beşinci yılı Zilkade ayının yirmi üçünde (15 Nisan 627) başlamış, on beş[10] veya yirmi beş gün sürmüştü. Kurayzalılar Evs’ten Abduleşhel reisi Sad’ın hükmüne razı gelip teslim oldular. Hz. Sad; hayatının son altı yılını Müslüman olarak geçirmiş, Resulullah’a “Ensar içinde en sevgili olma” şerefini kazanmış biriydi. Medine’de Musab b. Umeyr ona İslam’ı anlatınca Müslüman olmuştu. Büyük bir hayra girip yakın akrabaları Abduleşhellerin bu dine dönmelerine vesile olmuştu. Bedir Harbi öncesi “savaşalım” fikrini vurgulayan konuşmasıyla biliniyordu.

O Uhud’ta çok yararlılık göstermiş, Hendek’te, Kurayzalılara giden heyetin başında bulunmuştu. Yahudilerin hıyanetlerini görünce “Sizinle cenk etmedikçe Allah canımı almasın!” diye tavrını ortaya koymuştu. İslam öncesi Kurayzalılarla arası iyi olduğu için heyetin başında bulundurulan Sad, Yahudilerce hakem olarak arzu ediliyordu.

Hz. Sad Hendek savaşında yara almış, Resulullah onun için Mescid-i Nebevi’de bir çadır kurulmasını emretmişti. Ağır yaralı hâlde yatağından kalkmış ve savaş sahasına gelmişti. Sad’ın Kurayzalılar hakkında kararı şu oldu:

“Ben onlar hakkında ricalin (büluğ çağına eren erkeklerin) boyunlarının vurulmasına, mallarının Müslümanlar arasında bölüştürülmesine, çocuklar ve kadınların da esir edilmesine hükmettim.”[11]

Allah Resulü kendisini takdir etti:

“Haklarında, Allah ve Resulünü vereceği hükmün aynısını verdin.”

Demek Hz. Sad Allah ve Resulünün vereceği kararı vermiş ve isabet etmişti.

 Resul-i Ekrem (asm) hüküm üzerine, Muhammed b. Mesleme’ye emir verdi. Emir üzerine o Kurayzalı yetişkin erkeklerin ellerini boyunlarına bağladı ve onları bir yana ayırdı. Artık öldürülecek esir erkeklerin elleri bağlanmış ve bir yana ayrılmışlardı. Kadın ve çocuklar da bir başka yana ayrıldı.

Düşmanın beli iyice kırıldıktan sonra esirler hayatta bırakılabilir.[12] Hz. Peygamber (asm) Bedir dönüşü de gerekli gördüğü birkaç esirin boynunu vurdurmuş, diğerleri bağışlanmıştı. Ancak bunlar diğer esirler gibi değillerdi.

Esirlerin başına Medineli Abdullah b. Selam konuldu. Bilindiği üzere o, hicret sırasında Resulullah Medine’ye girerken onu görmüş, “Bu yüzde yalan olamaz.” diyerek, birkaç gün sonra Müslüman olmuştu. Kadın esirler Medine’ye, Remle bint-i Hâris’in konağına götürüldüler. Erkekler de Usame’nin konağında gecelediler. Bunların sayıları altı yüzü buluyordu. Usame; Zeyd b. Harise’in ilk hanımı, Ümmü Eymen’den doğmuştu.

Ertesi sabah, Medine’de uzunca bir çukur kazıldı, Yahudiler gruplar hâlinde elleri bağlı buraya getirildiler. Büluğ çağına ulaşan her erkek buradaydı. Gelenlerin Hz. Ali ve Hz. Zübeyir b. Avvam tarafından boyunları vuruluyordu. İdamlara nezaret eden Allah Resulü (asm), Huyey ve benzeri birkaç kişinin idamını da görüp, nezaret işini Sad b. Muaz’a bıraktı. Hükmün infazı akşam karanlığına kadar devam etti ve hendek örtüldü. Böylece, Allah Ahzab ordusunun önemli bir müttefikini ortadan kaldırmış oluyordu.

Kurayzalılar, Hendek Savunması sırasında, Kureyşliler için yiyecek içecek pazarı kurmuşlar, silah temin etmişler ve onların safına geçip[13] yeryüzünde tek Müslüman bırakmamaya karar vermişlerdi.

Hendek savunması sırasında Kuba yakınlarında yirmi deve yükü erzak ele geçirilmiş, bunun Kureyş’e yardım için yola çıkarıldığı anlaşılınca, Müslümanlar bir baskınla buna el koymuşlardı. Develer ve yükleri savunma hattına getirildi. Develerin yükü; buğday, arpa, hurma ve samandı.[14]

Buğday ve hurma Kureyş askerleri içindi. O zamanlar gerektiğinde arpa unundan da ekmek yapabiliyordu. Ama arpa özellikle atlar için gerekliydi. Onların beslenme ve bakımları için vazgeçilmezdi.

Kurayza yardımı, Kureyş’in nelere ihtiyaç duyduğunu da göstermekteydi. Onlar, günümüzün motorize birlikleri ve hatta uçakları yerinde olan atlara arpa / yakıt bulamıyorlar, askerleri beslemede güçlük çekiyorlardı. Bu baskında elde edilenler, Müslümanlara geçici de olsa nefes aldırmıştı.

Savaşta Alınan Esirler, Çocuklar, Mallar Konusunda Ne Yapıldı?

1. Kurayza savaşında alınan ganimetin “humsu / beşte biri” beytülmal, yani devlet hazinesi için ayrıldı. Savaşta Kurayzalıların kalelerinde olan çeşitli silahlar, kumaşlar, elbise ve diğer emtialar ganimet alınmıştı: Kalede 1500 kılıç, 300 zırhlı savaş gömleği, 2000 mızrak, 1500 kalkan bulunmuştu. Kalede bulunan pek çok ev eşyası, kap kacak, yiyecek maddeleri, mal, koyun, sığır ve develer de ganimet alındı, küp ve kaplardaki içkiler döküldü. Savaş esiri olanlar elleri boyunlarına bağlanarak Medine’ye gönderildi.

2. Allah Resulü ayrıca Reyhane bint-i Zeyd’i başkumandanlık hakkı (safiy) olarak aldı. Reyhane’nin kocası Hakem, öldürülenler arasındaydı. Reyhane kendi isteğiyle bunu kabul etti. Bu gelişme üzerine Hz. Peygamber onu ödüllendirdi: onu azad edip, yani hürriyetine kavuşturup kendisiyle evlendi.[15]

 3. Batılı kölelik anlayışında hürün savaş esiri bir kadınla veya azatlıyla evlenmesi mümkün değildir. Bu durumda hür erkek köleleşmiş sayılırdı. Oysa İslam; köleliğe hürriyetin yollarını açmıştı, onların türlü yollarla özgürlüğe adım atmalarını teşvik etmişti. Bunun bir yolu da Reyhane olayında gördüğümüz yöntemdir. Hür köle ilişkisinde özgürlük lehine olan gelişmeler desteklenmiştir.[16]

4. Kurayza gazasında esir alınan yetişkin erkek insan sayısı 600-700 kadardı. Boyunları vurulacak yetişkin ve erkek savaş esirleri için, galibiyetin ikinci günü, Ebu Cehmü’l-Adevi’nin eviyle Ahcaru’z-Zît mevkii arasında Resulullah’ın emriyle uzunca bir çukur kazıldı. Resulullah yetişkin erkeklerin boyunlarının vurulmasını; ileri gelen sahabeleri ile birlikte yüksek bir yerden seyretti. Esirler oraya bölük bölük getirilerek boyunları vuruldu.

Resulullah o gün; İslam devlet başkanı ve Peygamber olarak; “Kurayza oğullarının erkek çocuklarından, yetişkin olmayanlara dokunulmamasını emretmiş ve öyle de yapılmıştı.”[17]

5. Ganimet malı eşyalar gaziler arasında pay edildikten sonra, sıra esir kadınların gazilere paylaştırılmasına geldi. Hz. Peygamber (asm); paylaştırma sırasında esir alınan çocukların annelerinden ayrılmamasını istedi. Çocukluktan çıkmanın ölçüsü sorulunca da şöyle demişti:

“Kız çocuklarda aybaşı hâli görmek, erkeklerde ihtilam olmaktır.”

Esirlerin boyunları vurulurken, durumundan şüphelenilenler kontrol edilip ve edep yerinde kıl bitmiş olanların boyunları vuruluyor, kıl bitmemiş olanlara dokunulmuyordu. O sırada çocuk olan Atiyyetü’l-Huzaî’nin de edep yeri kontrol edilmişti ve o henüz kıl bitmediği için öldürülmekten kurtulmuştu. Esirlerin idamı geceye kadar sürdü ve sonunda hendeğe atılan cesetlerin üzeri örtüldü.[18]

Soru: Kurayzalıların Kurayza gazası sonrası, ağır şekilde cezalandırılmasına sebep olan suçları neydi?

Cevap: Eğer Kurayzalıların Medine antlaşmasını bozup kendileriyle yardımlaştıkları Kureyş ordusu Hendek kuşatmasında galip gelseydi; şu an boyunları vurulanlar yetişkin Müslümanlar olacaktı. Çünkü Kureyş ordusu; galip geldikleri takdirde Müslüman savaşçıların hiç birini sağ bırakmayacak, kadın ve çocuklarını da esir alıp köleleştirecekti.

Kaynaklar araştırılınca görülür ki; Kurayza oğulları, henüz Hendek kuşatması başlamadan Kureyş ordusu Medine’ye doğru yürürken, düşmanla iş birliğine ve İslam devletine ihanete kararlarını vermişlerdi. Bu konuda Kureyş ordusuyla anlaştılar. 

Bu Anlaşmaya Göre Kurayzalılar:

 - Hendek savaşı sona erinceye kadar on gece Kureyş ordusuna katılıp Müslümanlara karşı savaşacaklardı.

- Müşrikler için silah tedarik edeceklerdi.

- Alışveriş için kurdukları pazarlarını, Müşrik ordusunun bulunduğu yere nakledeceklerdi.

- Hendek savaşı sırasında Kurayza Yahudileri, ayrıca Müşrik ordusu başkomutanı Ebu Süfyan’a bir mektup yazarak; “Biz sabır ve sebat ediniz, biz Müslümanları şehirlerinde arkalarından vuracağız.” demişlerdi.

- Kurayza oğullarının Medine sözleşmesini bozduğundan ilk olarak Hz. Ömer’in haberi oldu ve Resulullah’a hemen durumu bildirdi. Konu araştırıldı ve haberin doğruluğu ortaya çıktı. Resulullah bunu üzerine Havvat b. Cübeyr’i; bu ihanetten dönmeleri için onlara gönderdi. Havvat onları ikna edemeyince, bu kez kendilerine Sad b. Muaz, Abdullah b. Revaha ve Havvat b. Cübeyr’den oluşan bir heyet gönderildi. Kurayza Lideri Kab b. Esed onlarla görüştükten sonra asla Medine sözleşmesine ve Müslümanlarla yeniden barışa ve birliğe dönmeyeceğini söyledi ve çok kararlıydı. Ardından Müslümanlara ve Resulullah’a hakaret etti.

- Elçiler durumu Resulullah’a (asm) arz edince, bu haber’in askerden gizli tutulmasını istedi.

- Hendek kuşatması sırasında Kurayzalılar ayrıca, Müslümanları arkadan vurmak için Kureyş ordusundan 1000 kişi istediler. Böylece kale ve hisarlardaki Müslüman kadınları ve çocukları ele geçirmek istiyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz (asm), Seleme b. Eslem’le Zeyd b. Harise’yi 500 kişilik askerle Medine’ye gönderdi.[19] Kuşatma sırasında Kurayzalılar daha başka şeylere de tevessül ettiler.

- Onların İslam devletine silahlı isyanı, kafalarına göre Medine sözleşmesini tek taraflı bozmaları, düşman yanında yer almaları ve düşmanla iş birliği yapmaları, İslam devlet başkanının kendilerine gönderdiği elçi ve heyetlere düşman yanında yer aldıklarını açıkça itirafları ve Müslümanlarla bundan böyle asla dost olmayacaklarını açıklamaları; kendilerini vatan hainliğinden dolayı büyük suçlular kılıyordu. Bundan dolayı İslam devlet başkanı Resulullah’ın yerinde verdiği kararla yetişkin erkeklerin boyunları vuruldu. Kadın ve çocukları esir alındı, bütün mal ve mülklerine el konuldu. Bütün bu icraat ve cezalandırmalar İslam hukukuna göre cereyan eden bir durumdu.

6. Savaş sonrasında Müslüman sahipleri tarafından satılığa çıkarılan ve köle olarak satılan kadın ve çocukları; Müslüman tacirler ticaret için satın aldığı gibi, Yahudi ve müşrik Arap tüccarlardan da onları satın alanlar oldu. Esir kadınlarla çocukların sayısı 1000 kadardı.[20]

Esirler paylaştırılmadan önce bunların beşte biri devlet payı olarak ayrılmıştı. Peygamberimiz (asm) bunlardan bir kısmını azat etti, bir kısmını bazı Müslümanlara hediye etti, bazılarını da köle olarak Müslümanlara verdi. Devlet payı olan beşte birlik olarak geri kalan diğer kadın esirler ve çocuklar köle olarak satılıp bunlarla İslam ordusu için o zamanlar çok etkili bir savaş silahı sayılan at ve savaş için silah alındı. Anneleri olmayan küçük çocuklar ise; birer gayrimüslim olarak yetişmeleri önlenmek için, yalnız Müslüman ailelere köle olarak satıldı.

7. Hayvanlar ve hurmalıkların da beşte dördü İslam hukukuna uyularak gazilere paylaştırıldı. Beşte biri devlet için ayrıldı. Savaşa katılan Müslüman kadınlara da ganimetten pay verildi. Ganimetin devlet payına düşen eşyalar, kadın ve çocuk köleler, Sad b. Ubade ile Şam’a gönderildi. Bir kısmı Necid’e yollanıp satıldı. Bunlardan elde edilen gelirler, İslam ordusu için at ve silah satın alındı.[21]

Ebu Lübabe’nin Tövbesi

Kurayza Gazası’ndan dönülmüştü. Ebu Lübabe hâlâ mescitteki direkte bağlıydı. Bağlılığın altıncı veya yedinci günü seher vakti girmişti. Az sonra sabah namazı kılınacaktı. O gün Allah Resulü, hanımı Ümmü Seleme’nin evinde bulunuyordu. Derken vahiy geldi. Vahiy sonrası Resulullah gülümsedi. Hanımı niçin güldüğünü sorunca şu müjdeyi verdi:

“Ebu Lübabe’nin tövbesi kabul oldu.”

Bu Ebu Lübabe için bu büyük bir şerefti. Onun samimiyetini, iyi müminlerden olduğunu gösteriyordu. Kâinat Sultanı affedildiğini açıklıyordu. Tevbe Suresi’nin 102. ayetindeki İlahî mesaj şöyleydi:

 “Onlardan bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi bir ameli başka kötü bir işle karıştırmışlardır. Olur ki Allah tövbelerini kabul eder...”

 Ümmü Seleme validemiz odasının kapısından Ebu Lübabe’ye müjdeyi verdi:

“Ebu Lübâbe, seni müjdelerim, tövben kabul olundu.”

Mescittekiler onu çözmek istediler, ama Ebu Lübabe Hz. Peygamber’in çözmesini istiyordu:

 “Hayır, Allah Resulü kendi eli ile salıvermedikçe bağlandığım direkten ayrılmam.”

Resulullah Efendimiz (asm) namaz için mescide çıkınca kendisini çözdü. Kıl ipler kollarını kertmiş ve kesmişti. Ebu Lübabe bir zaman onların yaralarını bedeninde taşıdı.

 Ebu Lübâbe tövbesi kabul edilirse, yerini yurdunu terk ederek hayatını Allah Resulü’nün hizmetine vakfedeceğine, malını da Allah ve Resulü yolunda sadaka edeceğine söz vermişti. Bunun için Hz. Peygambere geldi ve konuştu:

“Ben kendisinde günah işlediğim kavminin yurdundan hicret ediyorum, malımdan da Allah ve Resulüne sadaka çıkaracağım?”

O kendini ve servetini Allah’a verecekti. Hz. Peygamber (asm) bunun üzerine: “Üçte biri sana (sadaka olarak) yeter.” buyurdu. O da böyle yaptı. Söz verdiği gibi, kavminin yurdunu terk etti.[22]

İlave bilgi için tıklayınız:

Atiyye Kurezi örneğine göre, savaşta çocukları öldürmek caiz mi?

Dipnotlar:

[1] Buhur hakkında geniş bilgi için bkz. Hitti, I, 138.

[2] Sâffât, 37/1-4.

[3] Yazır, VI, 4046 vd. Sarıcık, Cahiliye, s. 156.

[4] Âl-i İmran, 3/123-126; Ra’d, 13/11; İnfitar, 82/10; Sarıcık, Cahiliye, s. 161, 167.

[5] İbn-i Hişam, III, 252.

[6] İbn-i Hişam, III, 253.

[7] İbn-i Hişam, III, 254.

[8] Vakidi, II, 501.

[9] Enfal, 8/27; Yazır, IV, 2391.

[10] Vakidi, II, 496; Avcı, “Kurayza”, DİA, XXVI, 431-432.

[11] Vakidi, II, 512.

[12] Yazır, IV, 2432.

[13] Onların Kureyş’e yardımı konusunda bkz. Ahzab, 33/26; Köksal, V, 226, 252; Derveze, III, 187-189.

[14] Diyarbekri, I, 553-554; Köksal, 270;

[15] Vakidi, II, 520; İbn-i Hişam, III, 264; Köksal, V, 364.

[16] Hıristiyanlık cariye ile cinsel ilişkiyi zina olarak değerlendirir ve aforoz sebebi sayarken, İslamiyet bunu -ilgili ayetler ışığında-bir tür evlilik ve nikâh ilişkisi olarak görür. Eğer cariye efendisinden bir çocuk doğurursa ümmü veled/çocuk annesi statüsüne geçer ki, bu da onun için hürriyet yolunun açılması demektir: Bu durumda efendisi tarafından azat edilir veya o ölünce otomatik olarak hür olur. bk. Adam Mez, s. 194 vd.

[17] bk. Köksal, İslam Tarihi, V, 360 – 361; (İbn- i Hişam, III, 255; Vakidî, II,517’den).

[18] bk. Köksal, İslam Tarihi, V,361. Konunun kaynakları olan hadis kitaplarına bkz.

[19] Geniş b ilgi  ve konunun kaynakları için bk. Köksal, İslam Tarihi, V, 226- 235.

[20] bk. Köksal, İslam Tarihi, V, 365.

[21] Vakidi, II, 521-524; İbn-i Hişam, III, 264; Köksal, V, 365-366; Muhammed Rıza, s. 299.

[22] Vakidi, II, 509-510; İbn-i Hişam, III, 256; Köksal, V, 342.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 500+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun