Kuran neden kadınlarınıza girdiğiniz zaman diyor?

Tarih: 21.01.2022 - 20:00 | Güncelleme:

Soru Detayı

1) Nisa 23. ayetinde dehaltum kelimesi var, bu da girmek ve sokmak anlamına geliyormuş. Kuran edebi olarak mucize ise Nisa 23’te Allahu Teala neden kadınlarınıza girdiğiniz/soktuğunuz zaman tarzı bir cümle tercih etmiştir?
- Meal verenler kıvırmak için dehaltum kelimesine birleşme anlamını vermiştir ama o kelimenin gerçek manası yukarıda söylediğim gibi deniyor bunun doğruluğu nedir?
2) İslam’a göre bir insan ergenliğe girdiği gibi evlenebilir. Sahabelerin de küçük yaşta evlendiğini biliyoruz. Bugün bilimsel olarak en sağlıklı evlilik yaşı bir kız için 18-25 yaş aralığıdır. Ateistin iddiası şu:
- Eğer Allah varsa 1400 yıl önce neden ergenliğe girenlerin evlenmesini yasaklamadı veya siz ergenliğe girenlerle evleniyorsunuz bunu yasaklıyorum çünkü zararlıdır, Allah bilir siz bilemezsiniz dememiş ve bilimsel olarak zararlı olan bir şeye izin vermiş. Allah şu anki doktorlar ve bilim adamlarından daha az biliyordu, daha doğrusu Allah olsaydı bunu bilirdi ve bilimsel olarak zararlı olan şeyi yasaklardı. Ama yasaklamamıştır?
- Bu iddiaya ne cevap verebiliriz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Cevap 1:

Her dilin kendine özgü üslup ve tarz-ı beyanı vardır. Cinsel ilişkiyi ifade eden “cima’, vatı” gibi kelimelerde bu ilişki daha açık ifade edilmiş olur. Müstehcenlikten en uzak olan kelime “duhûl” kavramıdır. Bu kavramın alanı çok geniş olduğundan, hayalin “cinsel ilişki” konusuna yoğunlaşmasını önler. Örneğin, “dehale / duhûl” sözcükleriyle ifade edilen pek çok alan vardır. Meclise dahil olmak / girmek, eve girmek, mescide girmek, denize girmek, iki şeyin arasına girmek, Ramazan ayına girmek... gibi daha onlarca konuda “duhûl” kavramı kullanılabiliyor.

Şu bir gerçektir ki, dar çerçevede bir manayı ifade eden bir lafzın delaleti ve işareti çok kuvvetli ve vurgulu olur. Söz konusu lafız duyulur duyulmaz, derhal ilgili manayı çağrıştırır. Örneğin; Türkçede "cinsel ilişki" sözcüğü dar bir alana baktığı için ilk akla getirdiği şey kadın erkek ilişkisidir. Buna mukabil değişik alanlarda kullanılabilen "duhûl = girmek" gibi bir sözcük zihni farklı delalet yollarına dağıtır ve belli bir manayla yoğunlaşmasını önler.

Üstelik ilgili ayette “duhûl” kavramı, doğrudan “içine girmeyi” ifade eden “fî” harf-i cer ile kullanılmamış, bilakis “oraya, yanına” gibi manalara delalet eden “bi” harf-i cer ile kullanılmıştır ki, ancak dolaylı bir şekilde ilgili manayı çağrıştırır.

“Her makamın bir makali / uygun bir sözü” olduğu gibi “her adamın da öncelediği bir hissi, bir duygusu vardır.”

Bir doktorun bir hastanın en namahrem yerlerine bakması caiz olduğu halde, doktor olmayan birinin bakması haramdır. Bunun gibi, hikmetli bir hükmün açıklandığı bir konuda aklını değil de nefsini çalıştıranın hal-i pürmelali sorudaki gibi olur.

Cevap 2:

Evvela sorudaki “Bugün bilimsel olarak en sağlıklı evlilik yaşı bir kız için 18-25 yaş aralığıdır.” bilgisi doğru değildir. Bugün dünyada çok küçük yaştaki kızların gayrimeşru yollardan çocuk doğurdukları bilinen bir gerçektir.

Evet, Diyanet İşleri Başkanlığının bu konudaki beyanları da vardır, şöyle der:

“1917 yılında Aile Hukuku Kararnamesi yayınlandı. Bu kararname tamamen İslam fıkhından kaynağını alıyor. Orada evlilikte alt sınır kızlarda 17, erkeklerde 18’dir. Diyanet de her zaman bunu savundu. Bir kişi psikolojik olarak hazır değilse evlenmemeli. Bu yaşlardan önce kim hazır olabilir? Bir kişi anne ve baba olmanın sorumluluğunu taşıyabilmeli. Aksi halde toplumda sorunlar ortaya çıkar. Hiç kimse çocuğunu 9-10 hatta 15 yaşında evlendirmemeli. Bunu düşünmek bile büyük yanlıştır.”

Fakat burada biyolojik olarak ergenlik çağına girmiş erkek veya kız çocuklarının en az yaş sınırı 17-18’dir demiyor; dese bile yanlıştır.

Burada özellikle bugünkü hayat şartlarında eşlerin psikolojik durumu, çocukları terbiye etme durumu gibi aile hayatını yakından ilgilendiren noktalara dikkat çekilmiştir. 15 asır önceki hayat şartları ile şimdiki hayat şartları arasında dağlar kadar fark vardır. Elbette bu durum göz önüne alınmalıdır.

Fakat buradan kalkıp da İslam dininin o günkü bazı uygulamalarını bahane ederek Allah’ı, Peygamberi (asm), dini inkâr etmek çok vahşice bir saldırıdır.

Zira, İslam dinin hak din olduğunu gösteren yüzlerce delil varken, aksine delalet eden bir-iki şüpheye yapışmak, kişinin kendi kendini aldatmasının en çirkin örneğidir.

Sitemizde bu konuda önemli bilgiler vardır. Bakılabilir.

Bediüzzaman Hazretlerinin -özetle- ifade ettiği gibi, insanın dengesiz, tarafgir, adaleti gözetmeyen bazı hissiyatları, duyguları vardır. Fikrin istikametini bozan bu çarpık hissiyat ve düzensiz düşünce akışına üç misal verilebilir:

a) İnsanın fıtratında dengeleri bozan bir zulüm damarı vardır. Bu dengesiz damarın cerbezesi ve şeytanın telkiniyle bazı kimseler, bir zatın yüz güzelliğini, iyiliğini bir tek kusuru yüzünden unutur, mümin kardeşine adavet eder, günahlara girer. Halbuki -iyilik ve kötülük bakımından- kişinin hangi tarafı ağır basarsa ona göre değerlendirmek gerekir.

b) Nasıl bir sinek kanadı göz üstüne bırakılsa bir dağı setreder / örter, görülmesi gerekenleri göstermez. Öyle de insan, garaz damarıyla, sinek kanadı kadar bir kusur ile dağ gibi büyük ve açık olan güzelliklerini örter, unutur, mümin kardeşine adavet eder; insanların hayat-ı içtimaiyesinde bir fesat aleti olur.

c) Şeytanın bu desisesine benzer diğer bir desise, bir vesvese ile insanın selâmet-i fikrini ifsad ediyor, hakaik-i imaniyeye karşı sıhhat-ı muhakemeyi bozuyor ve istikamet-i fikriyeyi ihlal ediyor. Şöyle ki:

İman ve İslam’ın hak ve hakikat olduğunu gösteren yüzlerce delilin hükmü ortada olduğu halde, bunun böyle olmadığına delalet eden muhtemel bir emare ile hak yoldan sapar. Halbuki, ilmî literatürde kabul edilen bir kaide vardır:  “Bir tek ispat edici şahit, bir çok nefyedici kimselere tereccuh eder” Bir davaya müsbit / onu ispat eden bir şahidin hükmü, yüz nafîlere / aksini söyleyenlere racih olur. Bu hakikate bu temsil ile bak. Şöyle ki:

Bir sarayın, yüzer kapalı kapıları var. Bir tek kapı açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.

İşte, iman ve İslam hakikatleri o saraydır. Her bir delil, bir anahtardır; ispat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla o hakaik-i imaniyeden vazgeçilmez ve inkâr edilemez. Şeytan ise, bazı esbaba binaen, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir; ispat edici bütün delilleri nazardan iskat ediyor. “İşte bu saraya girilmez. Belki saray değildir, içinde bir şey yoktur.” der, kandırır. (bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a).

İstanbul’da yüz binlerce kapı vardır ve bizim onları açacak hiçbir anahtarımız yoktur. Anahtarımız olmadığı için açamadığımız bu kapıların bulunduğu evlerin boş olduğunu, kimsenin orada oturmadığını söyleyebilir miyiz?!.

Ne olur kendimize yazık etmeyelim!..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yazar:
Sorularla İslamiyet
Kategori:
Okunma sayısı : 1.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun