Kur’an’daki kıssalar arası farklılıkların sebebi nedir?

Tarih: 30.06.2013 - 13:28 | Güncelleme:

Soru Detayı

a) A'raf, Bakara ve Hicr suresi olması gerekiyor, "şeytanı secde etmekten neyin alıkoyduğu" sorusuna verdiği cevapların farklılıkları nasıl açıklanabilir?

b) Zariyat suresinde ve Hud suresinde Hz. İbrahim’e gelen gelen meleklerin aynı konu ama farklı diyalogları, bir yerde Hz. İbrahim’in eşi ayakta ve gülüyor, bir yerde çığlık atıyor, bir yerde melekler direkt kendini tanıtırken, bir yerde sonradan tanıtıyor, bir yerde Hz. İbrahim’e bir çocuk müjdelediğini söylerken, bir başka yerde "İshak’tan sonra Yakub’u müjdeledik." diyor.

c) Hz. Musa kıssasında da mana itibariyle değişik olmasa da kelime itibariyle değişiklik var. Bu konuyla ilgili bir iki cevap verildi, ama pek tatmin edici değil. İnşallah bilgilerinizle aydınlatırsınız?..

Cevap

Değerli kardeşimiz,

a) Bu farklı ayetlerde söz konusu edilen farklı ifadeler birbirine ters düşmez. Bilakis, bunlar birbirini tamamlar mahiyettedir. Kur’an çok veciz konuştuğundan, sözün serdedildiği yere göre ilgili olayın farklı yönlerini seslendirmiştir. Mesela:

“O vakit meleklere: 'Âdem‘e secde edin!' dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis bunu yapmadı, kibrine yediremedi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34)

mealindeki ayette iblisin secde etmemesinin altında yatan asıl sebebin kibir olduğu vurgulanmış, kibir hasletinin bazen sahibini küfre götürecek kadar çirkin olduğuna işaret edilmiştir.

Kibrin bu korkunç akıbetine dikkat çeken İslam alimleri: “Kaynağı kibir olmayan her günahın bağışlanma ihtimali vardır. Ancak kaynağı kibir olan günahların affı çok zordur.” yargısına varmıştır.

“Sizi biz yarattık, sonra size şekil verdik. Peşinden de meleklere: 'Haydi, hürmet için secde edin Âdem’e!' dedik. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız iblis dayattı. Secde edenlerden olmadı.  Allah buyurdu: 'Söyle bakayım, sana emrettiğim hâlde, secde etmene mani nedir?' İblis: 'Ben ondan daha üstünüm; çünkü sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın.' 'Çabuk in oradan!' buyurdu Allah; 'Öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!' (A'raf, 7/11-13)

mealindeki ayette ise, secdeye engel olan kibrin kaynağının “yaratılış menşei olan ateş unsuru” olduğuna işaret edilmiştir.

Bu ayette, varlıkların kendi kesp ve kazançları olmayan bir hususla övünüp böbürlenmelerinin büyük bir haksızlık ve ahmaklık olduğuna işaret edilmiştir. Bu ayette böylece, insanlara -intisabında hiçbir dahilleri olmayan- soyları soplarıyla, aşiret ve kabileleriyle, fizikî güzellikleriyle övünmelerinin gerçekte bir maskaralık olduğuna dikkat çekilmiştir.

“(Allah:) Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmayışının sebebi nedir, dedi. (İblis:) Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir insana secde edecek değilim, dedi.” (Hicr, 15/32-33)

mealindeki ayetlerde ise, A'raf suresinde, Hz. Âdem’in menşeinin “çamur” olduğuna kısaca temas edilmiştir. Burada ise, bu çamurun “kuru ve şekillenmiş kara balçık” özelliklerine işaret edilmiştir.

- Ayrıca, A'raf suresindeki kıssada; şeytan, kendi menşei olan ateş unsuruna dayanarak, çamurdan yaratılan birine saygı göstermeyeceğini bildirmiştir. Yani şeytan güya hem kendisinin büyüklüğünü hem de karşı tarafın küçüklüğünü seslendirmiştir. Hicr suresinde ise, şeytan, kendi menşeine değil, sadece Âdem’in menşeine vurgu yapmıştır.

Demek ki, burada başkasını hor-hakir görmenin de kişiyi telafisi mümkün olmayan kötü sonuçlara götürebilirliğine vurgu yapılmıştır.

b) Hz. İbrahim ile ilgili ayetlerin mealleri şöyledir:

“Bir zaman da elçilerimiz İbrâhim’e varıp onu müjdelemek üzere 'Selâm sana!' dediler. O da: 'Size de Selâm!' deyip çok kalmadan, elinde nefis, güzelce kızartılmış körpe bir dana getirip ikram etti. Ama misafirlerinin ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onların bu hâli hoşuna gitmedi ve onlardan kuşkulandı, kalbine bir korku girdi. 'Korkma!' dediler. 'Çünkü biz aslında Lût kavmini imha etmek için gönderildik.' Bu sırada hanımı da hizmet için ayakta durmuş, onları dinliyordu. Bunu işitince gülümsedi. Biz de onu İshak’ın, onun peşinden de Yâkub’un doğumu ile müjdeledik.” (Hud, 11/69-71)

“Sahi! İbrâhim’in şerefli misafirlerinin gelişlerinden haberin oldu mu? Onlar yanına varınca: 'Selâm!' dediler. O da: 'Size de Selâm!' diye cevap verdi, ama içinden: 'Bunlar tanımadığım kimseler, hayırdır inşaallah!' dedi."

"Onlara yemek getirmek için gizlice ailesinin yanına geçti ve semiz bir dana kebabı getirdi. Önlerine koyup 'Buyurmaz mısınız?' diye ikram etti. O sırada onlardan yana içine bir korku düştü. 'Korkma!' dediler ve ona büyüdüğünde âlim olacak bir çocuklarının dünyaya geleceğini müjdelediler. Evin öbür köşesinden bunu duyan eşi, elini yüzüne vurarak: 'Vay başıma gelene! Ben kısır bir koca karı iken mi doğuracağım!' diye çığlık attı.” (Zariyat, 51/24-29)

- Bu konuda şunları söylemek mümkündür:

1) Her iki ayette de Hz. İbrahim’e gelen meleklerin önce tanınmadığına işaret edilmiştir.

2) Çocuklarının olacağını işiten hanımı: bir ayette “gülümsedi” diyor, diğerinde “çığlık attı” diyor. Aslında meallerde “çığlık attı” olarak geçen ifadenin aslı: “KALE = Dedi ki:” şeklindedir.

Bu ayetlerden birinin tasvirinde, Hz. İbrahim’in eşi, verilen çocuk müjdesinden dolayı seviniyor ve bu sevincini “Gülümseme” ile gösteriyor. İkinci ayette ise, müjdeyi duyan kadının yaşlı halini düşünüp bunun nasıl olacağına dair hayretini, şaşkınlığını ifade etmiştir.

Tekrar edelim: meallerde “Çığlık” kelimesinin ayet metninde yeri yoktur. Bu, Türkçe’de, sesli bir şekilde söylenen bir husus biraz daha dramatize edilmiştir.

Bunu şunun için söylüyoruz: Burada birbirine zıt gibi görünen iki durum yoktur; bir yandan sevincinden gülen, diğer yandan üzüntüsünden çığlık atıp feryat eden bir kadın yoktur. Bilakis, aynı anda iki ruh halini yaşayan bir kadının durumuna dikkat çekilmiştir. Bir yandan, yaşı ilerlemesine rağmen eskiden beri beklediği bir çocuğun müjdesini işitmekten duyduğu sevinç; diğer yandan bu işin olağanüstü bir durum olduğunu düşünerek “Bu nasıl olur?” diyerek şaşkınlığını gizlemeyen bir ruh hâli söz konusudur.

3) Ayetlerden birinde isim verilmeden sadece “bir çocukları olacağına” dair bir müjde, diğerinde ise, isim verilerek bunun İshak olduğuna vurgu yapılmıştır. İsmin verildiği ayette müjdeyi pekiştirmek, sevinci daha da arttırmak için İshak’ın da bir oğlu olan Yakub da müjdelenmiştir.

Aslında, Hz. Yakub, Hz. İbrahim’in oğlu değil, torunudur. Burada ondan da söz edilmesinin bir hikmeti, İshak neslinin devam edeceğine işaret etmek içindir. Ve Hz. Yakub’un zikredilmesinde herhangi bir terslik de yoktur.

c) Hz. Musa kıssası, Kur’an’da bir belagat modeli görünümündedir. Sözün makamına göre, bazen daha uzun, bazen daha kısa; bazen olayın bir-iki parçasına, bazen daha fazla pasajlara yer verilmiştir.

Özellikle Arapça’da bir konuyu farklı üslupla ifade etmek bir tefennün sanatı olarak görülen güzel bir edebi vechedir. Belagatin bütün çeşitlerini ihtiva eden Kur’an’da bu tefennün sanatına da yer verilmiştir. Îcaz ve Itnab denilen veciz veya uzun uzadıya konuyu detaylandırmak da bu sanatın içindedir.

Kur’an, beşeri eserler gibi sadece bir maksadı, bir gayeyi takip etmiyor. Bilakis, Allah’ın sonsuz ilminin bir tezahürü olduğu için Kur’an’da aynı kıssada, aynı ifadede pek çok maksat takip edilir. Bu farklı maksatlara işaret edilirken, aynı konu farklı bir üslupla ele alınır, farklı olarak ifade edilir. Hz. Musa kıssasını anlatan ifadelerin farklılığı, bu farklılıktan ileri gelir.

Risale-i Nur’daki ifadelerin ışığında Hz. Musa’nın kıssasını şöyle açıklayabiliriz:

1) Asâ-yı Musa gibi çok hikmetleri ve faideleri bulunan kıssa-i Musa'nın ve sair enbiyanın kıssalarının defalarca değişik ifadelerle tekrarında, risalet-i Ahmediye'nin hakkaniyetine bir delil gibi sunulmuştur. Bütün enbiyanın nübüvvetlerini hüccet gösterip onların umumunu inkâr edemeyen, bu zâtın risaletini hakikat noktasında inkâr edemez hikmetiyle -farklı kelimlerle, farklı ifadelerle, farklı üsluplarla- ders verilmiştir. (bk. Asa-yı Musa, s. 69)

2) "Kur'an’da çok tekrar edilen kıssa-i Musa Aleyhisselâm'ın cümleleri ve cüz'lerinin her bir cümlesi, hatta her bir cüz'ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor.” (Sözler, s.401)

3) Kıssa-i Musa gibi bazı hâdisat-ı cüz'iyenin tekrarı, o hadisenin büyük bir düsturu tazammun ettiğine işarettir. (Mesnevi-i Nuriye, s.128) Aynı hadiseyi aynı ifadelerle aktarmak usanç verdiğinden, farklı ifadelerle tefennün edilmiştir.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kur'an’da İsrailoğullarına neden çok yer verilmiştir? Musa aleyhisselamın kıssası, Kur'an'da neden çok tekrar edilir?

Hz. Musa (as) ve Firavun kıssasından çıkarmamız gereken dersler.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun