Hudud / hududullah kelimesinin Kur'an'da geçtiği yerleri ve anlamları hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

Tarih: 05.10.2010 - 00:00 | Güncelleme:

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Hudud, had kelimesinin çoğulu olarak, Kur'an ve sünnette belirlenmiş, kısas ve diyet dışındaki cezaî müeyyideleri ifade eden bir fıkıh terimidir.                      

Had kelimesi (çoğulu hudûd) sözlükte masdar olarak "engel olmak, iki şeyin arasını ayırmak"; isim olarak "iki şeyin birbirine karışmasını önleyen şey, bir nesnenin uç ve kenar kısmı, sınır, tanım" gibi anlamlara gelir. Fıkıhta ise, Allah hakkı olarak yerine getirilmesi gereken, miktar ve keyfiyeti nasla belirlenmiş cezaî müeyyideleri ifade eder. Kelimenin fıkıh ilminde kazandığı terim anlamı, kısmen "hudûdullah" tabirinin Kur'an'da geniş bir muhteva ile kullanılmış olmasının, büyük ölçüde de had kelimesinin hadislerde oldukça belirginleşen ıstılahî kullanımının sonucudur.

Kur'ân-ı Kerim'de hudûd kelimesi on dört yerde geçer; bunların on üçünde Allah'a, birinde ise (Tevbe 9/97) Allah'ın Resulü (asm)'e indirdiği vahye izafe edilir (M. F Abdülbâkî, et-Mu'cem, "hdd" md.).

Bu âyetlerde hudûdullah tabiri, öncesinde birtakım hükümler ve mükellefiyetler belirtildikten sonra onlara atıfla zikredildiğinden, âyetlerin ifade akışına bağlı olarak "Allah'ın koyduğu hükümler, yasaklar, ölçüler, sınırlar" gibi anlamlar taşır. Âyetlerin bir kısmında, Allah'ın koyduğu bu hükümlerin yerine getirilmesi ve iyi muhafaza edilmesi (Bakara 2/229; Tevbe 9/112), bir kısmında da Allah'ın belirlediği ölçü ve sınırların çiğnenmemesi, onlardan ileriye geçilmemesi (Bakara 2/229; Nisâ 4/14; Talâk 65/1) istenir.

Kur'an'daki hudûdullah tabirlerine, kelimenin sonradan fıkıhta kazandığı, "Allah tarafından belirlenmiş sabit cezaî müeyyide" anlamını çağrıştıran hukukî bir mânanın ağırlıklı olduğu anlaşılır. Bu âyetlerin önemli bir kısmında hudûdullah tabiriyle âyet içinde zikredilen, hukukî müeyyideye de konu olabilecek dinî-ahlâkî hükümlerin kastedildiğini de gözden uzak tutmamak gerekir. Nitekim oruçlu için yasak olmayan ve yasak olan fiillere (Bakara 2/187), mirasçıların miras paylarını belirleyen hükümlere (Nisâ 4/12-14) zıhâr yemininde bulunan kimse için gerekli görülen üç kademeli kefaret hükümlerine (Mücâdele 58/2-4), evlilik birliğinin sona ermesinin ardından kadınlar için öngörülen iddet yükümlülüğüne ve süknâ hakkına (Talâk 65/11) hudûdullah denilmesi ve bunlara riayet edilmesinin istenmesi, had kelimesinin fıkıhtaki terim anlamına da belli ölçüde zemin teşkil etmiştir.

Hadislerde had kelimesinin, sözlük anlamını ve örfteki çeşitli kullanımlarını, ayrıca Kur'an'daki geniş muhtevasını yansıtan bir çeşitlilik ve zenginlikte yer aldığı çok defa da bu tabirle Kur'an'da belirlenen veya Hz. Peygamber (asm)'in takdir ve uygulamasıyla sabit olan cezaî müeyyidelerin yahut bu müeyyideleri gerektiren suçların ifade edildiği görülür. (bk. Muvatta, Hudûd 10; Müsned, IV, 226; Buhârî, Şüfa, 1; Müslim, Hudûd, 8-9; Ebû Dâvûd, Hudûd, 38; bk Wensinck, el-Mu'cem, "hdd" md.)

Her ne kadar bu son anlamın, Kur'an'daki hudûdullah tabirinin muhtevasından fazla bağımsız olmadığı söylenebilirse de hadis mecmualarında "Kitâbü'l-Hudûd" başlığı altında yer alan hadislerde geçen had kelimesiyle genelde belirli cezaî müeyyidelerin veya bunlara yol açan suçların kastedilmiş olması, haddin fıkıh literatüründe kazandığı terim anlamını hazırlayıcı bir rol üstlenmiştir.

Not: Detaylı bilgi için, Prof. Dr. Vecdi Akyüz’ün “Kur'an-ı Kerim'de Hududullah Kavramı” isimli şu makalesini okumanızı tavsiye ederiz:

Kur'an-ı Kerim'de, ahkâm âyetleriyle ilgili olarak Allah'a izafeyle yer alan başlıca kavramlar; şeâirullah, dînullah, âyâtullah, hudûdullah, hükmüllah, kitâbullah, sebîlullah, emrullah gibi kavramlardır. Bu kavramlar, bir şekilde insanların tutum ve davranışlarıyla ilgilidirler. Ayrıca bu kavramlar, birbirleriyle de anlamlı bir biçimde ilgili görünmektedirler. Bu yazımızda, söz konusu kavramlardan "Allah'ın çizdiği sınırlar; Allah'ın belirlediği kurallar; Allah'ın sınırları; Allah'ın yasaları" anlamına gelen "hudûdullah" kavramını, Hz. Peygamber'in (s.a.) sünnetindekilerle de destekleyerek, ele almayı deneyeceğiz.

Had, iki şey arasında birbirine karışmasını önleyen engel demektir. Belirginleştirmek, başkalarından ayırt edici nitelik ve engellemek gibi anlamları vardır. Kur'an-ı Kerim'deki hudûdullah ifadesi, Allah'ın ahkâmı / belirlediği hükümler ve kurallar anlamında kullanılmaktadır. (Râgıb el-Isfahânî, Müfredât, yay. Safvân Ahmed Dâvûdî, Dımaşk-Beyrut 1997, s.221)

Hudûdullah birleşiği ve buna yakın ifadeler, Kur'an-ı Kerim'de onbiri hudûdullah olarak, biri hudûdehu, biri hudûde mâ enzelallah, üç yerde de yakın anlam ifade eden 'verâe zâlike' olmak üzere toplam onaltı yerde geçer. Bu âyetleri incelediğimizde, hudûdullah ifadesinin iki ana kullanımı olduğunu görebiliriz:

1) Genel kapsamlı kullanım,

2) Günlük hayattaki özellikle hukuk olaylarıyla ilgili kullanım.

Genel Kapsamlı Kullanım

Yüce Allah, mü'minlerin başlıca özelliklerini sayarken, bunlardan biri olarak "Allah'ın sınırlarını / yasalarını korumayı." da belirtmektedir:

"Allah'a tövbe eden, kullukta bulunan, onu öven, onun uğrunda gezen (cihad ve hicret eden, rızasını arayıp duran), rükû yapan, secde eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan ve Allah'ın sınırlarını koruyan mü'minleri müjdele." (Tevbe, 9/112)

Bu âyetin belirttiğine göre, hudûdullahı korumak, mü'minlerin bir özelliğidir. Öyleyse mü'minlerin başlıca özellikleri, Allah'a iman ve bunun gereği olarak ona kulluk ederek, iman-amel bütünlüğü içinde davranışta bulunmaktır. İman sahibi olan, âyette belirtilen diğer düzgün davranış özelliklerini de günlük hayatında uygular. (hudûdullahı gözetmek = mü'minlerin özelliği)

İman noktasındaki zaaf, Allah'ın sınırları konusunda da kendini gösterir:

"Bedevîlerin küfür ve nifakları her yönden, daha ileridir. Allah'ın, peygamberine indirdiğinin sınırlarını bilmemekte de onlar ileridir. Allah bilendir ve hakîmdir." (Tevbe, 9/97)

(hudûdullahı bilmemek = iman zaafı, ya da iman zaafı> hudûdullahı bilmemek) Bu âyetlerin bulunduğu öbek, münafıkların iman zaafı, servet ve dünyalık hırsları, ikiyüzlü gündelik davranışları, en önemlisi de savaş gibi zor şartlardan binbir gerekçeyle ve yaldızlı sözlerle sıyrılmaya çalışmaları, bu arada bedevîlerden de benzer tutum takınanlar olduğu konularının dile getirildiği bir öbektir. (bk. Tevbe, 9/69-96, 98-111)

Hukuk Olaylarıyla İlgili Kullanım

Hudûdullah kavramının Kur'an-ı Kerim'deki ikinci kullanım alanı, günlük hayatımızdaki hukuk olaylarıdır. Bu hukuk olayları konusunda, hudûdullah kavramının geçtiği âyetlerin özellikle aile hukukuna ve miras hukukuna ilişkin olması dikkat çekmektedir. Bunları, söz konusu bu özelliklerine göre ele alabiliriz:

1) Evlilik Hukuku: Hudûdullah kavramının en yoğun biçimde yer aldığı başlıca âyetlerin, evlilik ve özellikle boşanma hukukuna ilişkin açıklamaların yer aldığı âyetler olması çok dikkat çekmektedir.

     a) Eş Dışındakine Gitme Yasağı: Mü'minlerin temel özellikleri sayılırken, evlilik hayatıyla ilgili özelliklerinin neler olduğunu da belirten âyetteki, "verâe zâlike" ifadesi, hudûdullah tabiriyle eş bir kullanıma sahiptir:

"Onlar, eşleri ve cariyeleri dışında, mahrem yerlerini herkesten korurlar. Doğrusu bunlar, yerilemezler. Bu sınırları aşmak isteyenler, işte bunlar aşırı gidenlerdir." (Mü'minun, 23/7).

Aynı hüküm için ayrıca bk. Meâric, 70/29-31. "verâe zâlike" ifadesinin benzer kullanımı için bk. Nisa, 4/24) (hudûdullahı aşmak = aşırı gitmek)

     b) Oruç, İtikâf ve Cinsel İlişki: Evlilik hayatında cinsel ilişkinin Ramazan gecelerinde de imsak ve iftar vakitleri dikkate alınarak olması gerektiği, Yüce Allah tarafından, hudûdullah tabiri kullanılarak belirtilmektedir:

"Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı, onlar sizin örtünüz (giysiniz / tamamlayıcınız), siz de onların örtülerisiniz. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi biliyordu, bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti; artık onlara yaklaşabilirsiniz. Allah'ın sizin için takdir ettiğini dileyin. Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar, yiyin için; sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Camilerde itikâfa çekildiğinizde kadınlarınıza yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, onlara yaklaşmayın. Allah insanlara âyetlerini sakınsınlar / sorumluluklarını bilsinler diye, işte böylece apaçık bildirir." (Bakara, 2/187)

Ayrıca bu âyette, hudûdullah tabiri ile âyâtullah (Allah'ın âyetleri) tabiri, birbirinin eşanlamlısı (hudûdullah = âyâtullah) olarak yer almaktadır. (hudûdullaha yaklaşmamak>sorumluluğunu bilmek/takva)

2) Boşanma Hukuku: Hudûdullah tabirinin en yoğun kullanıldığı âyetler kümesi, boşanmanın usûlünün ve genel hükümlerinin yer almış olduğu âyetlerdir.

     a) Boşanma Usûlü / Boşanmanın Genel Hükümleri: Boşanma usûlü ve boşanmanın sonuçları, boşanmadan sonra yeniden evlenebilme durumları, sık sık hudûdullah ifadesi kullanılarak belirtilmiştir:

"Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır. Karı ve koca Allah'ın sınırlarını / yasalarını koruyamamaktan korkmadıkça kadınlara verdiklerinizden bir şey almanız size helal değildir. Eğer Allah'ın sınırlarını ikisi koruyamayacaklar diye korkarsanız, o zaman kadının fidye vermesinde ikisine de günah yoktur. Bunlar Allah'ın sınırları / yasalarıdır, onları bozmayın / aşmayın. Allah'ın yasalarını bozanlar, ancak zalimlerdir. Bundan sonra kadını boşarsa, kadın başka biriyle evlenmedikçe bir daha kendisine helal olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın yasalarını koruyacaklarını / evlilik hukukunu gözeteceklerini sanırlarsa, eski karı ile kocanın birbirlerine dönmelerine bir engel yoktur. Bunlar, bilen kimseler için Allah'ın açıkladığı sınırlar / yasalardır." (Bakara, 2/229-230)

Bu âyetler öbeğinde, hudûdullah tabiri tam tamına altı defa yer alarak, evliliği sürdürürken de, bitirirken sınırların sık sık aşılarak çiğnenme durumu ortaya çıkabileceğini önemle hatırlatılır. (hudûdullahı korumak = evlilik ve boşanma kurallarına uymak)

Hz. Peygamber (s.a.v) de bu âyetin bir açıklaması olarak, karısına "seni boşadım; sana döndüm; seni boşadım" diyerek önce boşayıp sonra dönen kimseleri "Allah'ın sınrlarıyla oynayanlar" olarak nitelemektedir. (İbn Mâce, talâk, 1)

     b) İddeti Gözetmek: Boşanma sonrasında iddet beklemek, nesep karışıklığını önlemek için zorunludur. İddet hükümleri de, hudûdullah tabiriyle belirtilerek taşıdığı önem vurgulanır:

"Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah'tan sakının. Boşanmış kadınları, -apaçık bir hayasızlık yapmaları hali bir yana- evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasınlar. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Allah'ın sınırlarını kim aşarsa, şüphesiz, kendine yazık etmiş olur. Bilmezsin, olur ki, Allah bunun ardından (gönlünüzde sevgi gibi) bir hal meydana getirir." (Talâk, 65/1)

Boşanma sonucunda hukuksuzlukların ve sınırı aşmaların olacağı, iddet hükümleri belirtilirken de yeniden hatırlatılmaktadır.

     c) Dolayısıyla Boşanma Olan Zıharın Sonucu: Zıhar, Cahiliye Arap kültüründe, kocanın karısını anasına benzeterek kendine haram saymasıyla ortaya çıkan bir boşanma çeşididir. Zıharın kötü bir fiil olduğu, bu kötülükten kurtulup karısının tekrar kendisine helal olması için zıhar kefareti ödenmesi gerektiği belirtildikten sonra, şu hükümler yer alır:

"(..) Bu kolaylık, Allah'a ve peygamberine inanmış olmanızdan ötürüdür. Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır. İnkâr edenler (bu sınırlara uymayanlar) için, can yakıcı bir azap vardır." (Mücadele, 58/4)

3) Miras Paylarının Düzeni: Miras paylarının miktarı ve dağıtım düzeni belirtildikten sonra, bunların Allah'ın sınırları / yasaları olduğu, sınırları gözetenler ile aşanların karşılaşacakları sonuç hatırlatılmaktadır:

"Bunlar, Allah'ın sınırları / yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine kim itaat ederse, onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, büyük kurtuluş budur. Kim Allah'a ve Peygamberine başkaldırır ve sınırlarını / yasalarını aşarsa, onu, temelli kalacağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azap onadır." (Nisa, 4/13-14)

Hudûdullahın, insanların aile ve toplum hayatlarında belki de en çok çiğnedikleri ve gerekli hassasiyeti gestermekte zorlandıkları belli alanlar konusunda çok sık zikredilmesi, hiç şüphesiz bu konuların önemini ve önceliğini göstermektedir.

Hudûdullah bu âyetlerde görüldüğü gibi, daha çok bazı özel olaylarla ilgili olarak geçmesine rağmen, mü'minlerin hudûdullahı gözetici olduğu âyetiyle birlikte düşünüldüklerinde, hudûdullahın genel kapsamlı bir kavram olduğunu düşünebiliriz. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), sınır çizgileri hassasiyetini haram-helal kavramları çerçevesinde ve "hükümdarın korusu" eğretilemesiyle veciz biçimde belirtmektedir:

"Helal apaçık bellidir. Haram da apaçık bellidir. Bu ikisi arasında, halktan birçoğunun, helal mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için, bunları yapmayan esenliktedir. Bunlardan bazısını yapan ise, haram işlemeye çok yaklaşmış olur. Nitekim korunun çevresinde hayvanlarını otlatan kimse de koruya dalma tehlikesiyle burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz, her hükümdarın bir korusu vardır. Allah'ın korusu ise, haram kıldığı şeylerdir." (Buharî, iman, 39, büyu, 2; Müslim, müsakat, 107; Tirmizî, büyu, 1; İbn Mâce, fiten, 14)

Buna göre, sınırları belirlenmiş alanlar konusundaki hassasiyet kadar, sınırı geçme tehlikesiyle karşı karşıya bırakan şüpheli şeylerden de kaçınmak, onların uzağında olmak gerekir. Ancak bunu da yine sınır hassasiyeti mantığı içinde yapmak, evham ölçüsüne vardırıp sınır ötesine geçmemek doğru ve uygun olur.

Allah'ın Sınırlarını Gözetmek ve Çiğnemek

Hudûdullah kavramının yer aldığı değişik konuları içeren âyetlerde, hudûdullahı bilmek ve gözetmek ile hudûdullaha yaklaşmak ve aşmak noktasında ortaya çıkabilecek başlıca özellikler ve sonuçlar da bütün açıklığıyla belirtilmiştir. Bu belirlemeleri, dört kavram çerçevesinde, şöylece gösterebiliriz:

Hudûdullahı bilmemek = iman zaafı (Tevbe, 9/97).

Hudûdullahı gözetmek = mü'minlerin özelliği (Tevbe, 9/112) / evliliği sürdürmede veya bitirmede gerçekleştirilmesi çok zor (Bakara, 2/229-230) / Allah'a ve peygamberine itaat>cennet/kurtuluş (Nisa, 4/13),

Hudûdullaha yaklaşmamak = sorumluluğunu bilmek / takva (Bakara,/187)

Hudûdullahı aşmak = aşırı gitmek (Mü'minun, 23/7; Mearic, 70/31)/ kendine yazık etmek=zulüm (Talâk, 65/1) / Allah'a ve peygamberine isyan>cehennem/alçaltıcı azap (Nisa, 14; Mücadele, 58/4).

Hz. Peygamber (s.a.v), Allah'ın sınırlarını gözetenler ile bu sınırları aşanları, "aynı geminin yolcuları" eğretilemesiyle (gemi metaforu) anlatmıştır:

"Allah'ın sınırlarını gözetenler ile bu sınırları çiğneyenler, bir gemiyi paylaşanlara benzer: Gemi konusunda kura çektiler. Kimisine geminin üstü, kimisine de altı düştü. Geminin alt bölümünde bulunanlar, sudan almak istedikleri zaman, yukarıdakilerin yanına uğruyorlardı. Alttakiler 'Biz payımıza düşen ambarda bir delik açsak, kendimize de, onlara da zarar vermemiş oluruz' dediler. Şayet bu üsttekiler alttakileri bu dilekleriyle başbaşa bıraksalardı, hepsi yok olurdu. Fakat onların ellerini tutarlarsa, hem kendileri kurtulur, hem de onlar kurtulur." (Buharî, şirket, 47/6, Türkçesi: 5/2308-9, alt kattakilerden birinin gemiyi baltayla delmesi ayrıntısıyla bk. Buharî, şehâdât, 30, Türkçesi: 5/2481; Tirmizî, fiten, 34/12; Ahmed bin Hanbel, Müsned, 4/268, 269, 270, 273)

Yine Hz. Peygamber (s.a.v), bir hadisinde, "Bir kimse perdeyi (âr perdesini) sıyırmadıkça, hudûdullaha düşmez / Allah'ın sınırlarını çiğnemez." (Tirmizî, edeb, 44/76) buyurmuştur.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun