Dört halifenin sırasıyla halife olmalarına işaret eden hususlar nelerdir?

Tarih: 09.10.2006 - 17:17 | Güncelleme:

Soru Detayı

-  Hz. Ali ilk halife mi olmalıydı?
- Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın halifeliklerini kabul etmeyip onların hilafetlerini batıl görmek bir kişi dinden çıkarır mı?
- Eshab-ı Kiram icmai dinde senet midir; yani her yaptığı tartışmasız doğru mudur?
- Örneğin, Şiilerin dediği gibi Hz.Ali yerine yanlışlıkla Hz. Ebu Bekir'e biat ederek Hz. Ali'nin hilafet hakkını Hz. Ebu Bekir'e vermiş olabilirler mi?
- Sahabeler yanılmaz, yanlış yapmazlar mı? 

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Halifelerin hilafetini kabul etmemek kişiyi dinden çıkarmaz. Ancak ehl-i bidat yapar.

- Sahabelerin bir konuda icması veya bazı sahabelerin bir konuda uygulaması delil olarak kullanılabilir.

- Sahabelerin her biri müçtehiddir. İçtihadında hata yapsa bir sevap alır, isabet ettirdikleri takdirde iki sevap alırlar.

Ayrıca hilafet gibi mühim bir meselede, sahabelerin icma içinde olmasını hata olarak değerlendirmek mümkün değildir.

1) Dört Halife'nin Diğer Sahabeler İçindeki Durumu

Ümmet içinde en faziletlilerin sahabe oluşu açıklandıktan sonra, Hz. Ebû Bekir'in sıddık unvanını, tereddütsüz onun nübüvvetini ve miracı tasdikinden dolayı aldığını açıklar.(1) Bu açıklaması kısa ve açık değilse de biz buradan, Hz. Ebû Bekir'in niçin sahabeler içinde en faziletli olduğunun bir sebebini görürüz. O da, onun iman ve teslimiyetteki yüksek keyfiyetidir. Allah ve Rasulüne sarsılmaz bağlılığıdır. Bunlar yanında onu sahabelerin ve ümmetin en faziletlisi yapan başka sebepler de vardır. İmanda önceliği, iyiliklere sebep olması ve kendinden sonra gelenlerin iman etmesindeki payı, en tehlikeli zamanlarda Rasulüllaha malı ile canı ile destek olması, İslamı anlayışı ve ibadeti gibi hususlar, onu ümmet ve sahabeler içinde en yüksek dereceye çıkarmaktadır.

et-Taftazânî sonra, Hz. Ömer'e Fârûk unvanının, hükümlerinde ve davalarda hak ile batılın arasını ayırdığı için verildiğini belirtir.(2) Burada onun hakka, hak olan İslama, hakkı her şeyin üstünde tuttuğuna, kendisini hakka teslim edişine, bu özelliğinin öne çıkışına işaret vardır. O Müslüman olduğu zaman da Kureyş'e ve onların şahsında bütün dünyaya korkmadan, çekinmeden, her şeyi göze alarak meydan okumuştur.(3) Kendisinin bu yönü ile hakka ne derece çok taraftar olduğu, ne kadar güçlü inandığı anlaşılmaktadır. Üstünlüğünün sebeplerinden birinin bu olduğu ortaya çıkmaktadır.(4)

Sonra Hz. Osman’ın, önce Rasulüllah'ın kızı Rukiyye (ra) ile o vefat edince Ümmü Gülsüm ile evlendiğini bu sebepten kendisine iki Nur sahibi (Zünnûreyn) dendiğini "Bir kızım daha olsaydı seninle (yine) evlendirirdim." buyrulduğunu zikreder.(5) Biz buradan Hz. Peygamber (sav)'in Hz. Osman’ı çok beğendiğini, sevdiğini, ondan razı olduğunu, çıkarmaktayız. Elbette O, bir kimseyi heva ve hevesine uyarak çok sevmez ve beğenmez. Hz. Peygamber'in (sav) dostları müminler ve muttakilerdir. Eğer O Hz. Osman’ı beğeniyor, pek seviyor, ondan razı olduğunu bu sözleri ile belirtiyorsa, bizim de Rasulüllah'a uyarak, onu beğenmemiz, sevmemiz ona karşı olumlu fikirler taşımamız, tenkit etmememiz gerekir. O kendisini pek beğenmiş, kızlarını ona vermişse kendisinin mümin ve muttaki oluşunu ortaya koymuş demektir. Çünkü mümin olmayan birisine Müslümanlar kızlarını veremezler. Demek o mümindi. Rasulüllahın tavsifleri ile muttaki idi. Melekler de kendisinden haya ediyorlardı.(6)

et-Taftazânî sonra, Hz. Ali el-Murtaza'nın, (ra) Allah'a kulluk yapanlardan olduğunu ve ihlası ile kendini ortaya koyduğunu belirtir.(7) Nesefi'nin diğer Ehl-i Sünnet kelamcılarının Hz. Ali'yi Murtazâ olarak anmaları Allah ve Rasulü'nün kendisinden razı olduğunu belirtmek içindir.(8) Yani Hz. Ali'yi (ra) Allah ve Rasulü çok sevmektedir. O da o ikisini çok sever, onların rızasını kazanmıştır. Onun bu hali hadis-i şeriflerde de belirtilmiştir.(9) Taftazânî Hz. Ali'nin ibadet ihlas ve zühd cihetinin öne çıktığına işaret etmektedir. Allah ve Rasulünün kendini sevdiği, kendisinden razı olunan, Allah Rasulüne damad olan bir kimse elbette mümindir, muttakidir, övülmeye ve sevilmeye layıktır. Hem yüce Allah bir ayetinde onun Rasulüllahın dostu olduğunu belirtmiştir.(10)

et-Taftazânî'ye göre selef (sahabeler, onların çoğu ve tabiîn) dört halifenin üstünlük tertibini hilafet tertiblerine göre sıralamışlardır. "Zahir olan şu ki, onların ellerinde buna bir delil olmasaydı, böyle hükmetmezlerdi."(11) hükmünü de zikreden Taftazânî'dir.

2) Bazı Hadis-i Şeriflerin Raşid Halifelerin Fazilet Tertibine İşaretleri:

Aslında hadis-i şeriflere bu konu düşünülerek bakılırsa, dört Raşid halifenin derecelerine ve hilafet sıralarına işaretlerin olduğu görülecektir:

Muhammed b. Hanefiyye'nin babası Hz. Ali'ye "Rasulüllahtan sonra en hayırlı insan kimdir?" sorusuna Hz. Ali (ra): sırasıyla Hz. Ebû Bekir'i, Ömer'i, Osmanı (ra) sayarak açıkca cevap vermiştir.(12) Cennetle müjdelenenler hadisine bakılırsa, Eris Kuyusu başına Önce Ebû Bekir (ra) sonra Ömer (ra) sonra Osman (ra) gelmiştir.(13) Bu durum onların fazilet tertibine bir işaret olabilir. Yine Allah Rasulü bir gün, "Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman (ra) Uhud Dağına çıkmış", dağ sallanınca; "Dur ey Uhud, senin üzerinde Nebi Sıddik ve İki Şehid var." buyurmuşlardır.(14)

Buhari, bu hadiste geçen sahabelerin adlarını "Ebû Bekir, Ömer, Osman" sırasıyla zikrettiği gibi, Rasulüllah (sav) de hadis-i şerifte önce kendisinden sonra Hz. Ebû Bekir'den, sonra Hz. Ömer'le Osman'dan söz etmiştir. Hz. Ebû Bekir'i kendisinden sonra zikretmesi, onun büyüklüğüne üstünlüğüne bir işaret değil midir? Ayrıca bu hadis-i şerifte Hz. Ömer ile Hz. Osman'ın şehid edileceklerini de haber vermiştir.

Rasulüllah (sav) Hz. Ali'den nakledilen bir başka hadis-i şerifte de:

"Ben Ebû Bekir ve Ömer (bir) oldum. Ben Ebû Bekir ve Ömer (birlikte) işledim. Ben Ebû Bekir ve Ömer (birlikte) yürüdüm..."(15)

buyurmuştur. Bu da ümmet ve sahabeler içinde üstünlük bakımından önce Hz. Ebû Bekir (ra)'in sonra Hz. Ömer'in (ra) geldiğini gösterir.

Yine Buhari'de geçen bir hadis-i şerifte, Abdullah b. Ömer'den (ra) şu rivayet vardır: O dedi ki:

"Biz Nebi (sav) zamanında kimseyi Ebû Bekir'le, sonra Ömer'le, sonra Osman'la eşit (müsavi) tutmazdık. Sonra da Rasulüllah'ın sahabelerini kendi aralarında (biri diğerine üstündür diye) tefâdülü terk ederdik."(16)

Burada söylenişe bakılırsa birkaç cihet akla gelir:

Birincisi: Abdullah b. Abbas (ölm. H. 68) alim bir sahabe olarak, Rasulüllah (sav) zamanında hemen herkes tarafından kabullenilen, herkesin bildiği bir durumdan söz etmektedir. O da, başta Ebû Bekir (ra) olarak sahabelerden hiç birinin dört halife ile fazilette eşit görülmemesidir.(17) Elbette Rasulüllah (sav) de ashabının böyle düşündüğünü biliyordu. Kendisi de böyle biliyordu. Eğer bu şekilde bilmeseydi, onların kanaatlerini düzeltecekti.

İkincisi: Abdullah b. Abbas (ra) hadis-i şerifi naklederken önce Hz. Ebû Bekiri, sonra sırası ile Aşere-i Mübeşşereden olan Raşid halifeleri, saymaktadır. Buradan fazilette birinci ve ilk olanın Hz. Ebû Bekir (ra) olduğu anlaşıldığı gibi, Abdullah b. Abbas'ın da bu kanaatte olduğu ortaya çıkar.

Üçüncüsü: Dört halife bu hadis-i şerife göre bütün sahabelerden üstündür, kendi aralarındaki üstünlük sırası da buradaki tertibe göredir.

Dördüncüsü: Seleften olan sahabeler, burada adı geçenleri, bu sıraya göre bütün sahabelerden üstün tutmalarına rağmen, diğer sahabelerin hangisi diğerinden üstündür hususunu proplem etmemişlerdi. Daha sonra bu proplem ortaya çıktı.(18)

Hulafây-ı Raşidinin hilafete geliş sıraları, halifeliklerindeki icraatları ve hilafetlerinde meydana gelen hadiseler de onların faziletlerine birer işaret sayılabilir.

et-Taftazâni de proplemi münakaşa ettikten sonra,

"Selef (sahabeler ve tabiîn) Osmanı, Ali'ye (ra) üstün tutma hususunda tevakkuf ettiler. Şöyle ki, 'Tafdil-i şeyhayni, muhabbet-i Hateneyni (Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in diğerlerine üstünlüğü, iki damad Hz. Osman ve Hz. Ali'nin çok sevilmesini) ve insafı Ehl-i sünnetin alametlerinden kıldılar.' der ve hılafet sıralarını aynen kabul eder.(19)

Sonra her birinin hilafete nasıl geldiğini açıklar. Ona göre de dört halifenin hilafetlerinde icma vardır. "Hazreti Ali'nin hilafetinde vaki olan muhalefetler, savaşlar (cemel sıffîn savaşları) onun halifeliği hususundaki anlaşmazlıktan değil, ictihaddaki hatadandır."(20)

Görüldüğü gibi Taftazânî Hz. Ali dönemindeki savaşları diğer Ehl-i Sünnet alimleri gibi ictihadtan ve ictihad hatasından çıkan savaşlar olarak görmektedir. Burada sahabeyi tenkid ve ta'n yoktur. Aksine yüceltmek söz konusudur. Taftazânî onları fıskla ve dalâlette olmakla suçlamıyor. Hz. Ali'nin (ra) ictihadında isabetli, Muaviyenin (ra) ictihadında hata yaptığını zikrediyor. Müctehidler hata yaptıkları takdirde de sevap alacakları için burada ictihadında hata eden Muaviye (ra) sapıklıkla ve fıskla suçlanıp tenkid edilmiyor, müctehidlikle, hayırla anılıyor. Çünkü, ictihadında hata eden bir müctehid sapıklık ve fıska girmekle suçlanamaz.(21)

Bediüzzaman Said Nursi de bazı ayetlerin, Rasulullah'ın vefatından sonra makamına geçecek dört halifeye hilafet tertibi ile işaret edip, her birinin en meşhur özelliği ile haber verdiğini söyler:

Fetih suresinin son ayetinin başı, sahabelerin peygamberlerden sonra insanlar içinde en seçkin kimseler olduklarına sebep olan yüksek seciyeler ve kıymetli meziyetleri haber vermekle; açık manasıyla sahabe tabakalarının gelecekte muttasıf oldukları ayrı ayrı mümtaz, has sıfatlarını ifade etmekle beraber; işarî manasıyla, Rasulullah'ın vefatından sonra makamına geçecek dört halifeye hilafet tertibi ile işaret edip, her birinin en meşhur medar-ı imtiyazları olan has sıfatı dahi haber veriyor. Şöyle ki:

"Onunla beraber olanlar.” hususi beraberlik ve özel sohbet ile ve en evvel vefat ederek, yine maiyetine girmekle meşhur ve mümtaz olan Hz. Ebu Bekir Sıddık'ı gösterdiği gibi;

"kâfirlere karşı şiddetlidirler.” ifadesiyle, gelecekte dünya devletlerini fetihleriyle titretecek ve adaletiyle zalimlere yıldırım gibi şiddet gösterecek olan Hz. Ömer'i gösterir.

"Kendi aralarında merhametlidirler.” ifadesiyle, istikbalde en mühim bir fitnenin vukuu hazırlanırken, son derece merhamet ve şefkatinden, İslamlar içinde kan dökülmemesi için ruhunu feda edip, nefsini teslim ederek, Kur'an okurken mazlumen şehid olmasını tercih eden, Hz. Osman'ı haber verdiği gibi;

"Sen onları rüku edenler, secde edenler olarak görürsün, Allah'ın lütuf ve rızasını taleb ederler.” ifadesi, saltanat ve hilafete tam bir liyakat ve kahramanlıkla girdiği halde ve tam bir zühd ve ibadet ve fakr ve iktisadı seçen ve rüku ve sücudda devamı ve kesreti herkesçe tasdik edilen Hz. Ali'nin gelecekteki vaziyetini ve o fitneler içindeki savaşta mesul olmadığını ve niyeti ve matlubu, Allah'ın lütfu olduğunu haber veriyor.

"İşte bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır.” Hz. Peygamber (sav) gibi, ümmî bir zâta nisbeten gayb hükmünde olan Tevrat'taki sahabilerin vasıflarını haber veriyor

"... Onların İncil'deki vasıfları ise şöyledir: Onlar, filizini yarıp çıkarmış, gittikçe kuvvetlenerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu ziraatçilerin hoşuna gider. Allah, onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir...” (Fetih, 48/29)

Sahabeler, gerçi başlangıçta az ve zayıf görünecekler, fakat çekirdekler gibi neşv ü nema bularak yükselip, kalınlaşıp kuvvetleşecek, kâfirlerin gayzlarını onlara yutkundurup boğacaklar.

Hem ihbar ediyor ki, sahabeler gerçi azlığından ve za'fından Hudeybiye Barış'ını kabul etmişler; elbette herhalde az bir zamandan sonra süratle öyle bir inkişaf ve ihtişam ve kuvvet kazanacaklar ki, yeryüzü tarlasında kudret eliyle ekilen insanlığın, o zamanda gafletleri cihetiyle kısa, kuvvetsiz, nâkıs, bereketsiz sümbüllerine nispeten, gayet yüksek ve kuvvetli ve meyvedar ve bereketli bir surette çoğalacaklar ve kuvvet bulacaklar ve haşmetli hükümetleri gıptadan, hasetten ve kıskançlıktan gelen bir gayz içinde bırakacaklar.

Sahabeyi mühim vasıflarla sena ederken, en büyük bir mükâfatın va'di makamca lazım geldiği halde, "mağfiret" kelimesiyle işaret ediyor ki: İstikbalde sahabeler içinde, fitneler vasıtasıyla mühim kusurlar olacak. Çünkü mağfiret kusurun vukuuna delâlet eder. Ve o zamanda sahabeler nazarında en mühim istek ve en yüksek ihsan, mağfiret olacak.(22)

Dört Halifeye İşaret

Fetih Suresi'nin bu son ayeti, Rasulullah'dan sonra halifeliğe geçecek Hulefa-i Raşidine işaret ettiği gibi,

"Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın nimetlendirdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaştırlar.(Nisa, 4/69)

ayeti de aynı hakikate işaret etmektedir. Şöyle ki:

Üstteki ayet, sırat-ı müstakimin ehli ve gerçek ilâhî nimetlere mazhar olanlar, insanlık âlemindeki peygamberler taifesi, sıddıklar kafilesi, şehitler cemaati, salihler sınıfı ve tabiin nevi bulunduklarını ifade etmekle beraber, İslam âleminde o beş kısmın en mükemmelini dahi, ayrıca açıkça gösterdikten sonra, o beş kısmın imamları ve baştaki reislerini meşhur sıfatlarıyla zikretmekle, onlara delalet edip ifade ettiği gibi, gaybdan haber verme nevinde bir i'caz parıltısıyla, o taifelerin, gelecekteki reislerinin vaziyetlerini bir cihetle tayin ediyor.

"Peygamberler" nasıl ki açıkça Hz. Peygamber'e bakıyor, "Sıddıklar" fıkrasıyla Ebu Bekir Sıddık'a bakıyor. Hem, Peygamber (sav)'den sonra, ikinci olduğuna ve en evvel yerine geçeceğine ve "Sıddık" ismi ümmetçe O'na has bir ünvan ve sıddıkların başında görüneceğine işaret ettiği gibi,

"Şehitler" kelimesiyle Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali'yi (Rıdvanullahi aleyhim ecmain) üçünü beraber ifade ediyor. Hem üçü sıddıktan sonra nübüvvetin hilafetine mazhar olacaklarını ve üçü de şehit olacaklarını, şehitlik fazileti de diğer faziletlerine ilave edileceğini işaret ve gaybî bir surette ifade ediyor.

"Salihler" kelimesiyle, Suffe, Bedir, Rıdvan ashabı gibi, mümtaz zatlara işaret ederek,

"Bunlar ne güzel arkadaştır" cümlesiyle, açık manasıyla onlara uymaya teşvik ve tabiinlerdeki tebaiyeti çok şerefli ve güzel göstermekle, işârî manasıyla dört halifenin beşincisi olarak ve

"Benden sonra hilafet otuz senedir."(23)

hadis-i şerifin hükmünü tasdik ettiren, hilâfet müddeti azlığıyla beraber, kıymetini büyük göstermek için, işarî manasıyla Hz. Hasan (ra)'ı gösterir.(24)

"Bunlar ne güzel arkadaştır." mealindeki ayetin metninde "güzel" ifadesi, "Hasüne" ile gelmiştir. Arapça yazılış itibariyle Hasan ve Hasüne aynıdır.

Görüldüğü gibi, Kur'an ayetlerinde ya açıkça veya işari olarak çok gaybî işaretler vardır. Dört halifenin hilafet sırasına göre halife olacaklarını da haber vermektedir.

Dipnotlar:

(1) Hâşiyetu'l-Kestellî s. 177-178.
(2) age, s. 178.
(3) Târîhu'l-İslâm, s. 172 vd.
(4) Hz. Ömer'in Dindarlığını bir rüya münasebeti ile Rasulüllahın açıklaması Sahîhu'l-Buhârî, IV, 201.
(5) Hâşiyetu'l-Kestellî s. 178.
(6) Onun hakkındaki hadisler için bk. Sahîhu'l-Buhârî IV, 196 (cennetle müjdelenenler bahsi), IV, 202 vd.
(7) Hâşeyetu'l-Kestellî s. 178.
(8) Şerhu'l-Akâid s. 322.
(9) Sahîhu'l-Buhârî IV, 207 (Hayber savaşı ile ilgili hadis-i şerifte bu durum açıklanır. Ayrıca Rasulüllah (sav) Tebuk seferine çıkarken kendisi yanında onun mevkiinin, Musa (AS) yanında Harun'un mevkii gibi olduğunu belirtmiştir.
(10) bk. Mâide 5/55; et-Taberî, Muhibbüddîn Ahmed b. Abdullah Zehâiru'l-Ukbâ,
Kahire, 1357, s. 102 vd.
(11) Hâşiyetu'l-Kestellî Alâ Şerhi'l-Akâid s. 178.
(12) Sahîhu'l-Buhârî IV, 195 (Fezai'l-Bab, 5).
(13) Sahîhu'l-Buhârî IV, 196.
(14) Sahîhu'l-Buhârî IV, 197; 204.
(15) Sahîhu'l-Buhârî IV, 197.
(16) Sahîhu'l-Buhârî IV, 203.
(17)' Adale kelimesi için bk. el-Mu'cemu'l-Vasît s. 588; el-Mufredât s. 325.
(18) Sahabenin bütün ümmetten, dört halifenin diğerlerinden daha faziletli olduğu konusu için bk. el-Heytemi, Ahmed b. Hacer, es-Savâiku'l-Muhrika, s.
210, 213; Sübülü's-Selâm IV, 127 (şehadetler bahsi); Haşiyetu'l-Kestellî s.
(19) Hâşiyetu'l-Kestellî, alâ Şerhi'l-Akâid s. 179.
(20) Hâşiyetu'l-Kestellî 'ala Şerhu'l-Akâid s. 180.
(21) bk. Şerhu'l-Akâid s. 325, Hâşiyetu'l-Kestellî 'alâ Şerhi'l-Akâid, s. 180-181.
(22) bk. Nursi, Lem'alar, s. 29-32.
(23) Tirmizi, Fiten, 48.
(24) bk. Nursi, Lem’alar, s. 33-34.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun