Kur'an-ı Kerim'de Dünyanın yuvarlak olduğunun belirtilmesi: Kur'an'da yapılan bilimsel hatalardan birisi de, dünyanın yuvarlak olmadığının ima edilmesi ve güneşin balçık içinde batmasıdır?..

Tarih: 15.02.2007 - 22:42 | Güncelleme:

Soru Detayı
Kur'an'da yapılan bilimsel hatalardan birisi de, dünyanın yuvarlak olmadığının ima edilmesi ve güneşin balçık içinde batmasıdır. Kehf suresinden ayetlere bakalım: 18/83. Sana Zulkarneyni sorarlar, "Onu size anlatacağım" de. 18/84. Dogrusu biz onu yeryüzüne yerleştirmiş ve her şeyin yolunu ona öğretmiştik. 18/85. O da bir yol tuttu. 18/86. Sonunda güneşin battığı yere ulaşınca onu, kara balçıklı bir suda batıyor gördü. Orada bir millete rastladı. "Zulkarneyn! Onlara azap da edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin" dedik. 18/87-88. "Haksızlık yapana azap edeceğiz, sonra Rabbine döndürülür, onu görülmemis bir azaba uğratır; ama inanıp yararlı iş işleyene, mükafat olarak güzel şeyler vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanı söyleriz" dedi. 18/89. Sonra yine bir yol tuttu. 18/90. Sonunda güneşin doğduğu yere ulaşınca, güneşi, kendilerini elbise, bina gibi şeylerle örtmediğimiz bir millet üzerine doğuyor buldu. Görülüyor ki, Kurana göre insan dünya üzerinde yürüyerek güneşin battığı yere ulaşabiliyor ve güneşin kara balçıklı bir suda battığını görüyor." Bu ifadeden Muhammed'in dünyayı tepsi gibi düz sandığı anlaşılıyor. Dünyanın yuvarlak olduğunu bilseydi, kişinin dönüp dolaşıp yola çıktığı noktaya geleceğini söylerdi. Ayrıca, güneşin batma yerinin de, günümüz astronomi bilgisine göre yanlış verildiği görülüyor.
Cevap

Değerli kardeşimiz,

Ayette geçen ve "Kara bir balçık" diye tercüme edilen "aynin hamietin" tamlaması farklı iki okunuşa göre "siyah balçıklı göze, sıcak göze" anlamlarına gelir. Her iki kıraat da güneşin batışı esnasında okyanusta meydana gelen manzarayı tasvir eder. Okyanusta, güneşin battığı yerde ya siyah balçıklı bir göze veya buharlaşmakta olan bir sıcak su gözesi görünümü meydana gelmektedir. Bu iki mânayı birleştire­rek, "güneşi siyah balçıklı bir sıcak su gözesine batıyor gibi gördü" şeklinde bir mâna vermek de mümkündür.

Yüce Allah, Zülkarneyn'i yeryüzünde güç, kuvvet, ilim, irfan ve her türlü maddî ve manevî imkâna sahip bir lider kıldı. Bu imkânlar sayesinde dilediğini el­de edebiliyor ve dilediğini yapabiliyordu. O bu imkânları Allah yolunda kullan­mak üzere cihad ve fütuhata çıktı. Tefsirlerde nakledildiğine göre Zülkarneyn, ba­tıda Atlas Okyanusu'na veya Karadeniz'e kadar gitti. Orada güneşin deniz ufkun­da batışını seyretti. Güneş, sislerle kaplı deniz ufkunda, sanki balçıklı bir su göze­sine veya sıcak su gözesine gömülür gibi batıyordu. Kur'an burada coğrafî ve kozmografik bilgi vermemiş, bakanın ufukta gördüğünü tasvir etmiştir.

Tefsircilerin kanaatine göre Zülkarneyn'in sahilde karşılaştığı kavim inkarcı bir topluluk idi. O yüzden Allah Teâlâ onu, bu kavmi cezalandırmak veya eğitmek ve böylece iyilikle yola getirmek arasında serbest bıraktı.

Zülkarneyn batıda işlerini bitirdikten sonra doğunun yolunu tuttu. Ne­ticede, muhtemelen Afrika'nın veya Asya'nın doğu kıyılarına, Hint Okyanusu'ııa, yahut Hazar denizine ulaştı. Âyetlerin akışından anlaşıldığına göre burada mede­nî hayat gelişmemişti. Zülkameyn'in karşılaştığı insanlar, medeniyetten uzak ol­duklarından, güneşin sıcağına ve yağmura karşı korunmak için ne elbise dikip giy­mesini biliyorlardı ne de barınabilecekleri evleri vardı, topraklarında güneşe karşı koruyabilecek bitki örtüsü de bulunmuyordu.

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere dünyanın düz olduğu gibi bir ifade olmadığı gibi böyle bir mana da çıkarılamamaktadır. Aksine Kur'an-ı Kerim'de dünyanı yuvarlak olduğu ifade edilmiştir.

"Dağları görürsün de, donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Herşeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatı (yapısı)dır (bu). Şüphesiz O, işlediklerinizden haberdardır." (Neml, 27/88)

Neml suresindeki ayette Dünya'nın sadece döndüğü değil, dönüş yönü de vurgulanmaktadır. 3.500-4.000 metre yükseklikteki ana bulut kümelerinin hareket yönü daima batıdan doğuya doğrudur. Hava durumu tahminleri için çoğunlukla batıdaki duruma bakılmasının sebebi de budur.

Bulut kümelerinin batıdan doğuya doğru sürüklenmesinin asıl sebebi Dünya’nın dönüş yönüdür. Günümüzde bilindiği gibi, Dünyamız da batıdan doğuya doğru dönmektedir. Bilimin yakın tarihlerde tespit ettiği bu bilimsel gerçek, Kur'an’da yüzyıllar öncesinden -Dünya'nın bir düzlem olduğu, bir öküzün başının üstünde sabit durduğu sanılan 14.yy.da haber verilmiştir.

Dünyanın yuvarlak olduğunu haber veren diğer ayetler:

“Ey cin ve insan topluluğu! Göklerin ve yerin kuturlarından geçmeye gücünüz yetiyorsa haydi çıkın. Çıkamazsınız, ancak bir imkan ile çıkabilirsiniz.”(Rahman, 55/33)

Ayetteki ‘kuturlar’ tabiri bilindiği gibi çaplar demektir. Çap, yuvarlak bir şekil olduğuna göre, hem göklerin, hem dünyanın yuvarlak olduğu anlaşılır.

Einstein’e göre, kainatta her şey, kainata tabi olarak küreseldir. Ondan yedi yüz sene önce yaşamış olan Muhyiddin ibn Arabî ise, Fütuhat'ın birinci cildinde aynen şöyle der: “Allah, kemal sahibidir. Kainatta kendi kemal sıfatını göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır.” Mükemmel şekil küredir. Onun için Allah kainatı küreler şeklinde yaratmıştır.

“Bundan sonra arzı yapıp düzenledi, ondan suyunu ve otlağını çıkardı.” (Nâziât, 79/31-31)

“Allah geceyi gündüze dolar, gündüzü de geceye dolar.” (Zümer, 39/5)

Ayetlerindeki ‘daha’ fiili yapıp düzenlemek’ anlamına geldiği gibi ‘deve kuşunun yumurtlama yeri, udhiyye, uhuvve, yuvarlak taş ve ceviz atmak’ anlamına gelen 'dahu’ mastarıyla da alakalıdır. Arapça’da bir fiilin iki değişik anlama gelebilmesi özelliğinden faydalanılarak, Dünya’nın yuvarlak olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca ikinci ayette “dolamak” diye tercüme edilen Arapça ‘tekvir’ kelimesi, yuvarlak şekilde sarmak manasına gelir. Bu ayette de, gece ve gündüzün oluşmasına, Dünya’nın yuvarlak olması ve dönmesinin sebep olduğu kastedilmektedir.

“Gece de bir alamettir onlara. Ondan gündüzü soyar çıkarırız.”(Yâsîn, 36/37)

“Soyup çıkarmak” fiilinin Arapça’sı olan ’sehl’ kelimesinin “yuvarlak bir şeyi soymak”tır. Türkçe’de de hayvanların derilerinin soyulduğu yere ’salhane’ (selhhane) denir.

“Onlar hiç bilmedikleri bir zamanda aniden kıyametin gelmesini mi gözlüyorlar?” (Zuhruf, 43/66)

Kur’an-ı Kerim, kıyametin ansızın, bir anda kopacağını, bu ayetle ifade ederken, A’raf suresinin 97. ve 98. ayetleri şöyle demektedir:

“Kasabaların halkı, geceleri uyurken onlara gelecek baskınımızdan güvende midirler? Yahut kasabaların halkı, kuşluk vakti eğlenirken,
baskınımızın kendilerine gelmesinden güvende midirler?”

Kıyamet aniden gelecek ve geldiği zaman Dünya’nın bir tarafında gündüz, öbür tarafında gece olacaktır. Bu da küre şeklinden başka bir şey değildir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 200.000+

Yorumlar

Editör (ahmet)

Tek cümleyle anlatmak gerekirse, Kur'an'ın mucizeliğinin anlamı, insanların Kıyamete kadar onun bir benzerini meydana getiremeyecek oluşudur. Günümüze kadar böyle bir şey yapılamamıştır. Gelecekte de yapılamayacaktır. Kuran her yönüyle mucizedir.

Kur'an'ın benzerinin yapılamayışı, hem ayetlerinin söz sanatı açısından erişilmezliği, hem de içeriği itibariyledir.

Kur'ân'a karşı olanlar da dahil olmak üzere objektif düşünebilen tüm Arap dili ve edebiyatı uzmanlarının ortak görüşüne göre Kur'an Kerim, söz sanatı bakımından erişilmez bir konumdadır.

Gerçekten Kuranın kelimelerinde öyle bir akıcılık vardır ki, Arap dilinde onun bir benzeri yoktur. Böyle akıcı üslûbu yanında Kur'an'ın nazmı da, son derecede sağlam bir yapıya sahiptir. Kur'an'ın nazmı, ne vezinli ve kafiyeli bir şiir, ne bir düz anlatım, ne de serbest bir şiir veya nesirdir. Kur'an'ın nazmının, tamamen kendine özgü bir yapısı vardır. Arap dilinde bunun benzeri görülmemiştir. Arapça'yı bütün yönleriyle tanıyanların söylediklerine göre Kur'an gerçekten eşsizdir.

Kur'ânı kerim'in indirilmeye başladığı dönemde Arap Edebiyatının, zirve dönemini yaşadığı tarihen bilinen bir gerçektir. Yani Arap dilinin en büyük şairleri ve edebiyatçıları o dönemde yetişmiştir. İşte böyle bir dönemde Kur'ânı kerim onlara şöyle meydan okumuştur:

"Eğer kulumuza (Muhammed'e) indirdiğimiz (Kur'an) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).
Kur'ân'ın bu meydan okuması karşısında hiç biri çıkıp Kur'ân'ın ayetlerine benzer bir ayet ortaya koyma gibi bir girişimde bulunmaya dahi cesaret edememiştir. Bu konuda girişimde bulunana biri de diğer edebiyatçı ve şairlerin alay konusu haline gelmiştir. Kur'ân'ın bu yönünü anlayabilmek için doğal olarak Arapça'yı bilmek gerekmektedir. Kur'ân'ın dili Arabların ana dili olduğu için onlar açısından Kur'an 'ın mu'cize oluşu şüphe götürmez bir gerçektir.

Kur'ân'ın indiği dönemdeki Arap edebiyatçılarından birisi, Kur'an'ın yüceliği karşısında şöyle söylemekten kendini alamamıştır: "Vallahi, benden iyi şiir bileniniz ve benden üstün kaside yazanınız yoktur. Vallahi, o, bunlardan hiç birisine benzememektedir. Vallahi onun sözlerinde bir tatlılık ve güzellik vardır. Dalları bereketli, kökü kuvvetlidir. O, altındakilerini ezmektedir."

Kur'an-ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed'in en büyük mucizesidir. İlk hitap ettiği toplumun dilini, herkesin bildiği anladığı kelimelerle öylesine güzel ve tatlı bir şekilde kullanmıştır ki, İslam'ın en azılı düşmanları bile onu dinlemekten kendilerini alamamışlardır.

Müşrikler, Kur'an'ın dinleyiciler üzerindeki bu güçlü ve derin etkisini bilip gördükleri için birbirlerine onu dinlememeyi tavsiye ediyorlardı. Bu durumu Allah, Kur'an'da şöyle anlatır:

"İnkarcılar dediler ki: bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü edin; belki bu suretle üstün çıkarsınız."
Bundan anlaşılıyor ki Kur'an'ın mucizeliği kendi özündedir, dıştan gelmemektedir. Kureyşliler Kur'an'ın etkisinde kalmaktan bir türlü kurtulamıyorlar fakat bu etkinin nereden geldiğini bilemiyorlardı. Bu bir sihirdir, diyorlardı; halbuki o bir sihir değildi.

Kur'an indiği dönemde onun mucizeliğini ortaya koyan pek çok hadise yaşanmıştır. Bir defasında Ebu Zerril-Gıfari'ye, o zaman henüz Müslüman olmamış bulunan kardeşi Üneys şöyle demiştir: Mekke'de senin dininde olan bir adama rastladım. O, Muhammed'i Allah'ın gönderdiğine inanıyordu. Kendisine: onun hakkında insanlar ne diyor ? diye sordum. O da: Şairdir, kâhindir, sihirbazdır diyorlar, dedi. Bunun üzerine bir şair olan Üneys şöyle demiştir: Kâhinlerin sözlerini işittim; onun söyledikleri kâhinlerin sözlerine benzemez. Kur'an ayetlerini şairlerin sözlerine vurdum ve gördüm ki, kimse bunlara şiir de diyemez. Vallahi O doğrudur, ötekiler ise yalancıdır.

Kur'an, Kıyamete kadar insanlığa yol göstermeye devam edecek ilahi bir kitap olduğu için onun mucizeliği bir defa gerçekleşip sonra tarih sayfalarında kalacak türden değildir. Kur'an'ın mucizeliği kendi özündedir. Her zaman bir şekilde kendini gösterebilecek tarzdadır. İnsanlığın, hakkında hiç bilgi sahibi olmadığı bazı hususlarda bilgiler vermesi, insanın yaratılışı ve birtakım kainat olaylarının meydana gelişi gibi bazı ilmi gerçeklere ilişkin işaret ve ifadelerinin bilimsel açıdan doğrulanması, onun Allah'ın sözü olduğunu ve eşsizliğini ortaya koymaktadır.

Belirttiğimiz gibi Kur'an'ın Allah'ın sözü olduğunu gösteren pek çok delil bulunmaktadır. İşte bunu gösteren bazı örnekler:

Kur'an'ın geleceğe ait haber verdiği şeyler aynen meydana çıkmıştır. Meselâ;Kur'ân'ın indiği dönemde Bizanslılarla Pers İmparatorluğu arasında bir savaş olmuş ve Persliler Bizanslıları yenmişler ve Mekke Müşrikleri buna sevinmişti. Çünkü Persliler müşrik oldukları için Mekke müşrikleri onların tarafını, Bizanslılar da Ehl-i kitap oldukları için Müslümanlar da onların tarafını tutuyorlardı. Bizanslıların yenilmiş olmasına rağmen kısa bir süre sonra Perslileri yeneceklerini Kur'an-ı Kerim önceden bildirmiş ve gerçekten bildirdiği şekilde kısa bir süre sonra Bizanslılar Perslileri yenmiştir. Bu husustaki âyet-i kerimeler şunlardır. "Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah'ındır. O gün Allah'ın (Rumlara) zafer vermesiyle mü'minler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir."
Büyük Bedir savaşından önce Allah, mü'minlere zafer vadetmiş ve şöyle buyurmuştu: "Hani Allah size iki taifeden birini, o sizindir diye va'dediyordu. Siz de güçsüz olanın sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah sözleriyle hakkı meydana çıkarmak ve kafirlerin ardını kesmek istiyordu."

İşte Allah'ın vadettiği bu zafer gerçekleşmiştir. Yine Mekke henüz Müşrklerin elindeyken Allah, Kur'anda Müslümanlara, orada bulunan Mescid-i Harâm'a gireceklerini vaat etmiş ve şöyle buyurmuştu: "Andolsun, Allah, Peygamberinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse, siz güven içinde başlarınızı kazıtmış veya saçlarınızı kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah, sizin bilmediğinizi bildi ve size bundan başka yakın bir fetih daha verdi." Bu ilahi söz de, aynen yerine gelmiştir.

Kezâ, Allahu Teâlâ, Kur'an'da, Müslümanları başarıya ulaştırıp yeryüzünde hakim kılacağını vaat etmiş bu vad de gerçekleşmiştir.

Kur'an'ın, geleceğe ait vermiş olduğu haberlere ve bunların haber verildiği şekilde gerçekleştiğine birkaç örnek vermiş olduk. Bu Kur'ân'ın Allah katından geldiğini gösterir. Çünkü bir insanın gelecekte meydana gelecek bir takım hadiseleri önceden bilmesi mümkün değildir.

Kur'an bir çok ilmi gerçeklere işaret etmiştir. Kur'an'ın içerdiği bu ilmi gerçekleri okuma yazma bilmeyen ve hiçbir bilimsel eğitim almamış bir insanın bilmesi mümkün değildir. Meselâ: "İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" ayeti önemli bir bilimsel gerçeğe işaret etmektedir.
Aynı şekilde herkesin dünyanın düz ve yerinde sabit olduğuna inandığı bir zamanda Kur'an-ı Kerim şöyle söylüyordu:

"Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler. Bunu, her şeyi sağlam ve yerli yerince yapan Allah yapmıştır. Şüphesiz O yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır."

"Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah'ın takdiri(düzenlemesi)dir."

Kur'ânı kerim'de insanın yaratılışından söz eden ayetler hayret verici bir şekilde bugünkü bilimsel verilerle uyum sağlamaktadır.

Bunların yanında Kur'an'ın içerdiği bir takım mükemmel hukuki ve ahlaki prensipler vardır.

Hz.Peygamber (s.a.v.), topulumu düzenleyici bir kanunu, teamülü ve âle nizamı bulunmayan bir toplum içinde peygamberlik vazifesine başlamıştır. Bu topluma hâkim olan düzen, taklit ve geleneklerinden ibaretti. Hz.Muhammed (s.a.v.) ise, bireyler, aile ve devletler arsıdaki ilişkileri düzenleyen bir hukuk getirmiştir. Bu hukuk, çocuklarla anne baba arasındaki ilişkilerden başlayıp toplum bireylerinin birbirlerine karşı olan bütün haklarına varıncaya kadar hepsini düzenlemiştir. Hz.Muhammed (s.a.v.)'in Kur'an-ı Kerim ile tebliğ ettiği hukukun değerini anlamak için onu, eski çağın en meşhur hukuki belgeleri olan Roma kanunlarıyla karşılaştırmak gerekir. Ümmî bir zatın Allah katından getirdiği ve kendisinin gerçek peygamber olduğunu gösteren Kur'an'ın azameti işte böyle bir karşılaştırma sayesinde ortaya çıkar.

Bilgi almak için tıklayınız.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
uğur_1453

kuran mucizelerini yazarmısınız?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
masterjams

Allah razı olsun.Ateist olabilirdim.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
0044sahin

El-Âsâru’l-Bâkiye: Bîrûnî’nin kronoloji, tarih, takvim, kültür ve astronomi ile ilgili eseridir. Farsça, Arapça ve Türkçeyi mükemmel şekilde bilen 973-1048 yıllarında yaşayan El Biruni eserinde dünyanın küre şeklinde ve etrafında döndüğünü söylemiş ve yer kürenin eğikliğini bugünkü hesaplamalara en yakın şekilde Hesaplamış İslam Bilginidir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun