Tanrı birçok konuda bilgisiz mi?

Tarih: 15.08.2015 - 11:38 | Güncelleme:

Soru Detayı

Bir ateistin iddiası:
- Tanrı birçok konuda bilgisiz. Basit matematik işlemlerini yapamayan, insan anatomisinden bihaber, dünya ve uzay algısı hatalı, eski kültürlerin efsanelerini bile doğru yansıtamayan, coğrafyadan, fizikten, biyolojiden, kozmolojiden, habersiz bir tanrı olabilir mi?
- Bir tanrının, sıradan bir ilkel çöl insanının bildiği kadar bilgiye sahip olması normal mi?
- Yine Kuran’a kaynak olarak bakalım:
Kehf 86: Dünya’nın sonuna giderek güneşin balçiğa battığını görebilirsiniz.
Şura 33: Gemilerin tanrı tarafından rüzgar ile hareket ettiği iddia edilir. Motor gücünün icat olacağı düşünülmemiş.
Tarık 7: Spermin yumurtalıklardan değil de omurgadan çıktığı zannedilmiş.
Rad 13: Paratonerlerin icad olunacağından da habersizmiş tanrı.
Hacc 65: Gökyüzünü (Uzayı) yeryüzüne düşebilecek bir şey sanıyor olmalısınız. Çünkü uzayın dünyaya düşmemesinin sebebi tanrıdır.
- Bu örnekler onlarca, yeter ki Türkçe Kuran mealleri okuyun ve düşünün.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bütün alimlerin ittifakıyla Arapça lisanı özellikle teşbih, istiare, mecaz gibi bedii sanatlar üzerine kurulmuştur. Arapça lisanla inen Kur’an’da da bu sanatlar çokça kullanılmıştır.

Genellikle her şeyde bir yan etki olduğu gibi, bu sanatların da şöyle bir yan etkisi vardır: “Mecaz ilmin elinden cehline eline/alimlerinden elinden cahillerine eline geçtiği zaman hakikat zannedilir.” Bu da manayı bozduğu gibi, ifadenin güzelliğini de ortadan kaldırır.

Kehf suresi, 86. ayet: “(Zulkarneyn) Güneşi sıcak bir gözede batar buldu.

Bu anlatımda mecazî bir anlatım şekli vardır. Zülkarneyn öyle gibi gördü. Bu durum yerkürenin yuvarlak ve küre şeklinde olduğuna da delil teşkil etmektedir. Dünyanın hareketi ile Güneş batmış gibi görünmektedir. Aslında Güneş batmamaktadır. Dünya bir taraftan kendi ekseni etrafında dönerken, di­ğer taraftan da Güneş'in etrafında dönmektedir.

Ayette geçen “ayn”, "göze, pınar, suyun çıktığı yer" anlamına gelmektedir. Gözden yaş çıktığı için, göze de pınar anlamında “ayn” denmiştir.

Hamîe kelimesi de "sıcak" anlamına gelmektedir. "hamiye" şeklinde okunursa "sıcak", "hamie" şeklinde okunursa "bal­çık" manasına gelmektedir.

Bunun anlamı Zülkarneyn'in yolculuğu Güneş'in denizde batar gi­bi göründüğü nihai noktaya, yani ötesine gidilemeyecek noktaya ulaş­mıştı. Bu noktanın neresi olduğu zikredilmemektedir.

- Bugün bir çoğumuz bir şekilde güneşin bir denizin içinde battığını seyretmişizdir. Bu, gerçekten güneşin denizin içinde battığını değil, bizim görüşümüze göre bu manzara oluşmaktadır. İşte ayette de bu mecaz ifadeye yer verilmiştir.

Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:

“Bahr-i Muhit-i Garbî'ye çamurlu bir çeşme tabiri, Zülkarneyn'e nisbeten uzaklık noktasında o büyük denizi bir çeşme gibi görmüş. Kur'an’ın nazarı ise her şeye yakın olduğu cihetle, Zülkarneyn'in galat-ı his nevindeki nazarına göre bakmaz, belki Kur'an semavata bakarak geldiğinden Küre-i Arz'ı kâh bir meydan, kâh bir saray, bazen bir beşik, bazen bir sahife gibi gördüğünden; sisli, buharlı koca Bahr-i Muhit-i Atlas-ı Garbî'yi bir çeşme tabir etmesi, azamet-i ulviyetini gösteriyor.” (bk. Lem'alar, s. 108)

Demek ki ayet-i kerimede güneşin battığı çamurlu çeşme suyu Atlas Okyanusudur.

Önceki âyetlerde zikredilen Zülkarneyn’e bu denizin ona bir çeşme havzası gibi göründüğü belirtilmiştir. Dış görünüm itibarıyla, yazın şiddetli sıcaklığıyla, çok yoğun olarak meydana gelen buharlaşmanın etkisiyle Atlas Okyanusu büyük bir çeşme havzası şeklinde görünmüştür.

Böyle bir benzetme, Kur’ân-ı Kerimin yüceliğini gösterir.

- Şura suresi, 33. ayet:

İlgili ayetin meali şöyledir:

“O (Allah) dilerse rüzgârı durdurur da (gemiler) denizin üstünde hareketsiz kalıverirler. Çok sabreden ve çok şükreden her bir kul için bunda ayetler/alınacak dersler vardır.”

Buradaki eleştiri tamamen yersizdir. Çünkü, Kur’an’da gemiden söz edilirken, maksat onun Allah’ın bir nimeti olduğunu nazara vermektir. Belirtilen nimetin şekli o günkü mevcut durumuna göre bildirmek belagatin gereğidir.

Aksi takdirde ileride olacak şeklinden söz etmek, insanları şüpheye düşüreceğinden irşadın üslubuna tamamen aykırı olur. Bu ayette belirtilen geminin o dönemde insanların gördüğü ve rüzgar ile hareket eden gemiler olduğu anlaşılmaktadır.

Ve bu ayette motorlu gemilerin olmayacağına dair herhangi bir ifadenin bir kırıntısı bile yoktur.

- Bununla beraber, Arapça’da genel anlamda “gemi” kelimesinin karşılığı “el- sefinetü”dür. Fakat bu ayette akıp giden anlamına gelen “el-Cariye”nin çoğulu olan “el-cevari” kelimesi kullanılmıştır.

Meallerde bu kelime de gemi olarak çevrilmekle beraber, doğrusu bu kelime cereyan eden, akan gemiler anlamına gelir. Bu akma işi rüzgarla olduğu gibi, motorla da olabilir. Önemli olan su üzerinde akıp gitmesidir.

Dolayısıyla bu kelimenin tercih edilmesi, irşadın gereği olarak o günkü mevcut muhataplara rüzgarlı gemiyi hatırlattığı gibi, bugün de motorlu gemiyi de hatırlatmaktadır.

Aynı ifadeyle, hatta aynı kelimeyle her zamanda bulunan insanların anlayışına uygun ve gerçeğin ta kendisi olarak bir ifadenin seçilmiş olması, Allah’ın sonsuz ilim ve hikmetini yansıtan Kur’an’a mahsus bir mucize parıltısıdır.

Tarık suresi, 6 ve 7. ayetler:

Bu iki ayetin meali şöyledir:

“Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Atılan bir sudan yaratıldı. O su, erkeğin sulbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar.(Târık, 86/5-7) 

Görüldüğü gibi, ayette “Spermin omurgadan çıktığına” dair bir ifade yoktur.

Bu ayet metninde geçen “sulb ve teraib bölgesi/nahiyesi”nden maksat, erkek ve kadının üreme hücrelerinin yer aldığı bel ile göğüs/belkemiği/kaburga kemiğinin bulunduğu bölge demektir. Bu ifadeden de insanın, dişi yumurtası ile erkek sperminin telkihiyle/birleşmesiyle insanın yaratıldığını anlayabiliriz. (krş. İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri)

Rad suresi, 13. ayet:

- Paratonerlerin icad olunacağından da habersizmiş tanrı...

Ayetin meali:

“Gök gürlemesi O’nu hamd ile tesbih eder, melekler de O’ndan korkmaları dolayısıyla tesbih ederler. O (inanmaya)nlar, Allah hakkında tartışıp dururlarken, O yıldırımları gönderir de onları dilediğine çarptırır. O karşılık darbesi pek çetin olandır.”

- Bu ayette paratonerlerin olmayacağına dair bir tek kelime bulan varsa beri gelsin!..

- İşi tamamen sebeplere dayandıran ateistlere göre, ayette yer alan “O yıldırımları gönderir de onları dilediğine çarptırır” ifadesi, yıldırımların çarpmasını engelleyen  paratoner teknolojisi hesaba katılmamıştır.

Halbuki, sebepleri de yaratan Allah’tır. Nice sapasağlam adamlar bir anda kalp sektesinden ölürken, ölümü beklenen niceleri de yıllarca ömür sürer.

Nice ağır hastaların başında ağlayanlar ölmüş, o hastalar ise şifa bulmuştur.

Nice kimseler, paratonersiz yerde yıldırım yanı başına düşmesine rağmen Allah’ın izniyle yara bile almadan kurtulmuş, buna mukabil, paratonerin zırhına bürünmüş olmasına rağmen yıldırım çarpılmış nice kimselere bu dünya defalarca şahit olmuştur.

Ayette “onları/yıldırımları dilediğine çarptırır” mealindeki ifadeden de anlaşıldığı üzere, her konuda olduğu gibi bu meselede de Allah’ın iradesi esastır. Allah’ın “ölmesini istemediği” kimsenin ölmesi mümkün olmadığı gibi, “ölmesini istediği” kimsenin ölmemesi de imkânsızdır.

Ayetten bu dersi öğrenmek dururken, ateistçe hezeyanlara girmek gerçekten mide bulandırır.

Hacc suresi, 65 ayet:

- Gökyüzünü (Uzayı) yeryüzüne düşebilecek bir şey sanıyor olmalısınız. Çünkü uzayın dünyaya düşmemesinin sebebi tanrıdır.

Ayetin meali:

“Görmedin mi ki Allah yerde olan her şeyi ve Kendi emriyle denizlerde yüzen gemileri, sizin hizmetinize verdi? Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O'nun izniyle düşebilir. Çünkü Allah raûfdur, rahîmdir/ insanlara karşı çok şefkatlidir, pek merhametlidir.”

Ateistin vehmine ilişen “Yerin üstüne düşmesin diye, göğü O tutuyor. Gök ancak O'nun izniyle düşebilir” mealindeki ifadedir.

Bunlar göklerin varlığını inkâr ediyorlar. Ayrıca bu adam bilerek veya bilmeyerek meali de yanlış vermiştir.

Ayette “sema” kelimesi geçmektedir ki, “gök” manasınadır. O ise buna “gökyüzünü/uzayı” şeklinde meal vermiştir ki tamamen uydurmadır.

Arapçada “uzay” kelimesi “feda/feza” sözcüğüyle; “gökyüzü” ise, “cevvüs-sema” kelimesiyle ifade edilir. Oysa ayette yalnız gök manasına gelen “sema” kelimesi kullanılmıştır.

- Bununla beraber, bu ayet “bilimsel keşifler” bakımından da bir mucizedir. Çünkü ayette göklerin (güneşini ayın, yıldızların, diğer gök cisimlerin hepsinin) boşlukta havada muallak olarak direksiz durdurulduğuna işaret edilmiştir. Ve bu ayette geçtiği üzere, bütün bu gök cisimlerini havada direksiz tutanın ancak Allah’ın kudreti olduğuna vurgu yapılmıştır.

Rad suresinin 2. ayetinde de bu gerçeğe dikkat çekilmiştir: “Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş'a istiva eden (bütün varlığın saltanatını elinde tutan), güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, ayetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.”

- Görüldüğü gibi burada da ateistin cehaleti, çarpıtmaları, iftiraları, hezeyanları açıkça ortadadır.

İlave bilgi için tıklayınız:

Kehf suresinin 85-90. ayetlerinde, güneşin doğuş ve batışı ile sebep sed ifadelerini açıklar mısınız?
Rüzgârın kesilmesi sonucu gemilerin hareket edemeyeceğini ...
Kur'an'da iki üç yerde, gemilerin denizin üstünden gitmesiyle ...
Kur'an'da, insanın, erkeğin spermi ile kadının yumurtasından ...
Kur'an mucizeleri..
Kur'an'ın gelecekten verdiği haberler..
Kur'an'ın bilimsel mucizeleri..

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun