Gazali’nin, bazı günahların imansız ölmeye neden olacağını söylemesi nasıl açıklanabilir?

Tarih: 09.04.2011 - 10:01 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Müslüman olarak yaşayan birinin imansız ölmesi, adalet ve hikmet açısından uygun mudur?
- İmanlı ölmek için neler yapılabilir?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Önce şunu belirtelim ki, İmam Gazalî’nin ve benzeri alimlerin kötü akıbet, imansız ölme ile ilgili sözleri, korku ağırlıklı bir korku-ümit dengesini salık vermeye yöneliktir. Söylenenler bir kesinliği değil, bir ihtimali seslendirmektedir.

Vukuu muhtemel olan şeylerin, muhakkak vaki olacak şekilde bakmak hatadır. Bu sebeple, ümit-korku dengesini korumaya çalışırken, bir tarafın fazla abartılması durumunda telafisi  zor olan bir kargaşaya neden olabilir.

Kur’an’da, Allah’tan korkmayanlar kadar, rahmetinden ümit kesenlerin de din çerçevesinin dışına çıkma tehlikesiyle karşılaşabileceklerine dair ciddi uyarılar yapılmıştır.

1. Başta büyük günahlar olmak üzere, sürekliliği ve ısrarıyla kişinin imanını sarsan her günah -tövbe etmemek şartıyla- kötü akıbete ve imansız gitmeye sebep olabilir. Özellikle hangi günah olursa olsun, patavatsız ve de pervasızca yapılması hâlinde, kişinin iman şuurunu zedeler, vicdanındaki Allah saygısı ve sevgisi kaybolmaya yüz tutabilir ve hemen akabinde bir ölüm vaki olursa, kötü son riskiyle karşı karşıya kalabilir.

Nitekim, bir hadiste

“Tövbe-istiğfar ile karşılanan bir günah büyük de olsa küçülür, büyüklüğünü kaybeder. Buna mukabil küçük de olsa ısrarla sürdürülen bir günah küçük olarak kalmaz gittikçe büyük bir günah haline gelir.”

manasına gelen bir ifadeden de anlaşıldığı üzere, önemli olan Allah’a karşı saygı ve sevgisini yitirmemek, nefis ve şeytana uyduğu takdirde derhal onun rahmetinin dergahına iltica etmesini bilmektir.

Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, prensip olarak “Şu günah kişiyi imansız götürür.” deme imkânımız yoktur. Lakin her günahta küfre götürecek bir yol vardır. O yolda fazla yürümeden, yolu değiştirmek imanın bir gereğidir.

İmam Gazalî ayrıca “Yalan söyleyerek velayet ve keramet sahibi olduğunu iddia edenlerin de böyle bir tehlikeyle karşılaşabileceğine dair” görüşlerin bulunduğuna işaret etmiştir.(bk. İhya, 1/130).

2. Görünürde iyi işler yaptığı hâlde, imansız kabre girmiş bir insan mutlaka samimiyetsizliğinden girmiştir. Cehenneme girmeyi hakketmeyen hiç kimse cehenneme girmeyeceği kesindir. Allah’ın sonsuz merhamet ve adaleti böyle bir haksızlığa asla izin vermez. Onlarca ayette  “Allah’ın kimseye zerre miskal haksızlık etmeyeceği”ne dair kesin ifadeler dururken, böyle bir ihtimale ihtimal vermek, Allah’a karşı çok çirkin bir suizandır, imanla bağdaşmayan bir hatadır..

3. Daha emin adımlarla; imanla kabre girmek için, öncelikle her gün biraz daha imanı kuvvetlendirmek, iyi amelleri muntazam olarak yapmaya gayret göstermek, yasaklardan bütün gücüyle sakınmaya azm-u cezm etmek, hasbel beşer bir günaha girdiği takdirde, derhal pişmanlık duyup tövbe-istiğfar etmeye çalışmak esastır.

Nitekim, İmam Gazalî’ye göre, hayatı boyunca İslam dininin emir ve yasaklarına riayet etmiş bir kimsenin imansız kabre girmesi  “kibrit-i ahmer/ madenler arasında kırmızı kibrit madeni kadar az ve enderdir. Bu da Allah’ın o kişide gördüğü samimiyetsizliği yüzünden olsa gerektir. Çünkü, pek çok ayette “Allah’ın kimseye haksızlık etmeyeceğine” dair Allah’ın vaadi vardır. Haşa, sözünde durmamak Allah’a asla yakışmaz ve buna hiç ihtiyacı da yoktur.

İmanla kabre girmek için iki kuvvetli yolun bulunduğunu ifade eden Bediüzzaman Hazretlerinin ilgili ifadeleri şöyledir:

"Birinci Emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selbedilmeyeceğine ehl-i keşf ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şübheler verip tereddüde düşürebilir. Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letaife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor; öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor. Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velayet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikata yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhudîdir."

"İkinci Yol: İman-ı bilgayb cihetinde sırr-ı vahyin feyziyle bürhanî ve Kur'anî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla hakkalyakîn derecesinde bir kuvvet ile zaruret ve bedahet derecesine gelen bir ilmelyakîn ile hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir..." (bk. Kastamonu Lahikası, Envar, s. 18-19)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun