İrade, kalb, vicdan, akıl, sır gibi bir latife midir, yoksa nötr müdür?

Tarih: 18.01.2014 - 00:44 | Güncelleme:

Soru Detayı

- Meyelan veya tasarruf olarak tanımlanan irade, kalb, vicdan, akıl, sır, vs. gibi hayra müteveccih bir latife midir, yoksa nötr bir latife midir?

- Bir fiili işlemeden önceki son karar verici mekanizma mıdır, yoksa kalb tarafından alınan kararı uygulayıcı mıdır?

Birinci senaryo: Üstad Bediüzzamanın sözüne göre İrade, Vicdanin dört unsurundan birisi olduğuna göre ve Vicdan da hayra ait bir latife olduğuna göre, İrade de hayr tarafına ait bir latifedir diye varsayalım. Bu durumda, kalbde akıl, vicdan, irade ve nefis/ene savaşırlar. Hangi tarafın gücü ağır basarsa, kalb nihai kararını o taraftan yana kullanır ve irade de kalbin seçtiği tarafa temayül eder ve uygular. Bu durumda irade kalbin verdiği nihai kararı uygulayıcı bir latife olarak resmedildi. Buradaki sorun nefis tarafı ağır bastığında ve kalp yalan söylemekten yana kararını verdiğinde, kendisi hayra ait bir latife olan irade, şerden yana meyelan etmek zorunda kalacak, yani şerre vesile olacak. Bu da ilk bastaki kabulümüzle çelişti. Çünkü hayra ait bir latife şer işleyemez. En fazla sükût eder.

İkinci senaryo: Farz edelim ki irade nötr bir latife. Bu durumda, kalbde akıl, vicdan ve nefis savaşır. Ve hangisi ağır basarsa, kalb onu tasdikler ve irade o yana kayar. Bu senaryoda iradenin kendisi savaşmıyor, sadece kalbden gelen komutu bir uygulayıcı konumunda oluyor. Buradaki sorunda, Nötr olan bir latifenin vicdanin parçası olmaması lazım. Çünkü vicdan daima iyiyi hayrı tavsiye eder. Yani irade de daima hayrı tavsiye etmeli, nötr kalmamalı.

- Ayrıca “iradenin zayıf düşmesi” tabirine göre de iradesi nefsine karşı zayıf düşen, yenilen bir insan ancak şer işler. Dolayısıyla iradenin bilfiil savaşa girmesi lazım. Bu iki senaryoda da kalb karar verici, irade uygulayıcı konumda idi. Bunun doğruluğunu cevabınızda belirtirseniz sevinirim.

NOT: Benim kendimce bulduğum ama emin olamadığım cevap şöyle. 1. Senaryo doğru. İrade hayra ait bir latife. Fakat irade savaşta yenildiğinde, kalpte geçici olarak nefis hâkim oluyor, ve günahı işleten nefis oluyor. Yani şerri yapan irade olmuyor. Bu durumda da iradenin tanımını sadece “meyelan” diye vermektense “hayra meyelan” demeliyiz. Çünkü meyelan kelimesi yapısı itibariyle nötr, yani hem hayra hem de şerre meyelan olabilir.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Üstadın ilgili ifadelerini tekrar yazalım:

“Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan irade, zihin, his, latife-i Rabbaniye, her birinin bir gayat-ül gayatı var: İradenin ibadetullahtır. Zihnin marifetullahtır. Hissin muhabbetullahtır. Latifenin müşahedetullahtır. Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.” (Hutbe-i Şamiye, s. 136)

- Bu ifadeden anlaşılıyor ki, iradenin kemal zirvesi Allah’a kulluk etmesidir. Yani sahibini kulluk yapmaya yönlendirmesidir.

- Bu unsurların her biri hüviyeti itibariyle bağımsızdır. Vicdanın birer unsuru, ruhun birer havassı / hassa-i lazimesi, birer özelliği olmaları itibariyle de girifttir, iç içedir.

- İradeye baktığımızda, onun mahiyeti itibariyle özgür, bağımsız olması gerekir. Çünkü, kader risalesinde de ifade edildiği üzere, insanın âdil bir imtihan geçirmesi için, Allah’ın külli iradesi yanında insanın da cüzi ama özgür bir iradesinin de olması gerekir. Bu iki iradenin telifi orada açıklanmıştır. Bizim burada üzerinde durduğumuz konu, insanın özgür bir iradeye sahip olup olmadığıdır.

Kur’an’da:

“Dinde zorlama yoktur.” (Bakara, 2/256),

“Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.” (Bakara, 2/286),

“De ki: İşte Rabbin tarafından gerçek geldi. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29)

mealindeki ayetlerin ifadeleri, iradenin özgürlük sahnesinin varlığına bir kanıt olarak değerlendirilmelidir.

- Şayet insan iradesi, sadece hayra veya sadece şerre meyilli olsaydı, bu takdirde insanın özgürlüğünden söz edilemezdi. Buna göre sorumluluk da ortadan kalkardı.

- Bununla beraber, insanın iradesini diğer unsurlarından ayrı ve tam bağımsız sayamayız. Mahiyeti itibariyle bağımsız olmakla beraber, içinde bulunduğu bünyenin diğer faktörlerinden etkilenmesi söz konusudur. Örneğin, nefsanî arzuları, gayrimeşru sevdaları ön planda olan bir insanın temayülleri de o tarafa çalışır ve iradesi bundan etkilenerek ona hizmet eder.

“Takva denilen ibadet-i kâmile, dördünü tazammun eder.” ifadesi, bunların her birisinin kendi başlarına bağımsız bir misyonunun olduğunu göstermektedir.

Herkes kamil bir takvaya sahip olmadığına göre, bunların yönlendirilmesi, insanın özgür iradesine bağlı olduğunu gösterir. Tek istikamet yolunu gösteren zorunlu bir genetik formatın olduğunu söylemek, İslam’ın âdil imtihan anlayışına terstir.

İnsanlar arasında “iradesi kuvvetli” veya “iradesi zayıf” kimse nitelemesi de iradenin çevresindeki (değişik hissiyattan oluşan) komşularının etkilerinde kalacağının ifadesidir. En mükemmel ibadet olan takva, bu dört unsurun birlikte yardımlaşarak takip ettikleri  kâmil kulluk çizgisidir. Diğer bir ifadeyle, vicdanın üç unsurunun, ibadetin direksiyonunu çeviren iradeye yardım etmeleridir.

“Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayat-ül gayata sevkeder.” ifadesinden de bu hakikati anlamak mümkündür. Çünkü, “tenmiye” (geliştirme) kavramı, bir tarafa zorunlu istikameti kabul etmez. “Tehizb” (arındırma) kavramı da tek yönlü bir zorunluğun olmadığının göstergesidir. “gayet-ül gayata sevketmek” ifadesi, Allah’ın zorla yönlendirme yaptığını değil, özgür iradenin talim ve terbiye edilerek -olumsuz etkilerden kurtularak- doğru yolu bulmasını ifade eder.

İlave bilgi için tıklayınız:

Nisbi ve itibari emirler ne demektir?

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun