Tefsirlerde, Hz. Muhammed'in öğretmenlerinin olduğu bilgileri nasıl açıklanabilir?

Tarih: 01.11.2014 - 12:45 | Güncelleme:

Soru Detayı

"Hadrami'lerin iki genç köleleri vardı. Yemen halkından olan bu iki köleden birinin adı Yessar, öbürünün adı Cebr'di" diye aktarılır. Bu iki kölelerin sahiplerinin tanıklığı şöyle:
"Bizim iki genç kölemiz vardı. Kendi dilleriyle kitaplarını okurlardı. Peygamber de bunlara uğrar, durup bunları dinlerdi. İşte bunun için, putataparlar, 'Muhammed, bunlardan öğreniyor...' dediler." (Taberi, 14/119, Nahl Suresinin 103. ayetinin tefsiri…)
- Fahruddin Razi'nin yer verdiği aktarmada, bunların yanında bir üçüncü köle daha var: Huvaytıb'ın kölesi Addas. (Bkz. F.Razi, tefsir, 24/50)
- Görülüyor ki, ister Yunanlı, ister Yemenli olsunlar, kölelerin Muhammed'le ilişkilerine bakışlar değişik açılardan: Müslümanların bakışları ve savları başka, "putatapar" dedikleri inanmazların bakışları ve savları başka.
- Müslümanlardan kimine göre: Muhammed'le köleler arasında bir "öğretme ve öğrenme" ilişkisi vardı, ama öğreten Muhammed'di, öğrenenlerse köleler. İnanmayanlara göreyse bunun tam tersi gerçekti. Yani, öğreten kölelerdi. Muhammed'se öğreniyordu onlardan.
- Müslümanlardan kimine göre de aradaki ilişki, "okuma ve dinlenme" ilişkisini geçmiyordu. Köleler, kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyorlar, "peygamber" de "dinliyordu" yalnızca.
- Müslümanların bu savları karşısında şu soru yanıtsız kalıyor: "Dillerini bilmiyordu"ysa, Muhammed'in bu köleler arasındaki sürekli işi neydi?
- Ve kendi dilleriyle okuduklarını Muhammed'in dinlemesinin ne yararı oluyordu?
- Kısacası, Müslümanların savları, akla sığacak türden değil. İman nereli?
- Muhammed'in kendisinden bir açıklaması bu konuda oldukça ışık tutucu: "Iman, Yemen'lidir." Kimi yorumcu, buradaki "Yemen"i, birtakım zorlamalı yorumlarla, "Mekke ve Medine" olarak göstermeye çabalar. (Bkz.Tecrid,1362 no.lu hadis,Kamil Miras'ın izahı.)
- Ne var ki, hadisin kimi aktarılışında "Yemenliler"den de açıkça söz edilir. Yani, buradaki Yemen, coğrafyada herkesin bildiği Yemen'dir. Bu iddialara cevap verirseniz beni ve birçok mümin kardeşinizi memnun edersiniz.

Cevap

Değerli kardeşimiz,

Bu konuyu bir kaç madde halinde açıklamaya çalışacağız.

a) İslam alimleri bu konuyla ilgili bazı hikâyeleri seslendirirken, kâfirlerin sudan bahanelerini ve ahmaklıklarını ortaya koymayı hedef almışlardır. Ancak, özellikle İslami ilimler bakımından cehaletin diz boyu olduğu ve imanın zayıflığından ötürü teslimiyetin kırılmaya başladığı günümüzde, Turan Dursun gibi bazı mürtetler bu hikayeleri ciddiye alıp kendi imanlarını uçurdukları gibi, diğer müminlerin imanlarını da uçurmaya gayret göstermişler.

- Ancak, şunu bütün samimiyetimizle söylemeliyiz ki, Hz. Muhammed’in başta kırk yönden mucizeliği ispat edilen Kur’an olarak binden fazla mucizesi ortada olduğu halde, bu gibi hikayelere bakarak imanlarından şüphe eden kimselerin şaşkın akıllarından ötürü şaşkına dönüyoruz.

- Başta Kur’an olmak üzere, binden fazla mucize ve peygamberliğin belgesini göstermiş olan Hz. Muhammed’in bu yönünü görmezden gelerek, şeytanın telkiniyle zihne gelen vesveselere itibar etmek, hangi akıl, hangi vicdanla izah edilebilir?

b) "De ki: Onu/Kur’an’ı, göklerdeki ve yerdeki bütün sırları bilen Yüce Allah indirdi. O, gerçekten Gafurdur, Rahîmdir/çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.” (Furkan, 25/6) mealindeki ayette Kur’an’daki bilgilerin yerde ve göklerde olan her şeyi bilen, ilmi her şeyi kuşatan Allah’ın bildirdiği bilgiler olduğuna vurgu yapılmıştır.

Bugün bilimsel keşiflerin ortaya koyduğu bir çok hakikatin Kur’an’da açıkça veya işari yolla yer aldığı hususu kabul edilmektedir. Böyle sonsuz ilmin bir tezahürü olan Kur’an bilgilerini zavallı bir iki kölenin bilgisiyle karşılaştırmak ne vicdana, ne izana ve ne de irfana sığar..

c) İnkârcıların, Kur’an için önce “karışık rüyalar”, ardından “yok yok, Muhammed tarafından uydurulmuş bir kitap”, ardından da “yok doğrusu o bir şairdir” (bk. Enbiya, 21/5) şeklindeki ifadelerinin ayette peş peşe sıralanması, onların iç dünyalarında samimi bir duruş sergilemediklerine işaret etmeye yöneliktir.

d) Hz. Muhammed (asm)’in ortaya koyduğu kitapta yer alan bütün hakikatler son derece makuldur. Böyle her yönüyle “akıl” zirvesinde olduğu eserleriyle, vahiy aldığı Kur’an gibi kitabıyla Allah’ın özel ihsan ve ikramlarına mazhar olduğu açıkça belli olan bir insana “deli” demek ancak vicdanın sesini kısmakla mümkündür.

İnsanları hakka irşat eden, onları doğru yola yönlendiren,  o günkü Mekke toplumunda en akıllı insanlar olarak kabul edilen ve saygın bir yere sahip olan Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza gibi insanların akıllarını teshir eden böyle mümtaz bir kimseye “deli” nazarıyla bakmak, tam bir “delilik” alametidir. İşte,

“Ey Resulüm, sen irşad ve nasihatine devam et! Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia ettikleri gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin.” (Tur, 52/29)

mealindeki ayette bu mesaj verilmiştir.

e) İnsanlık camiasında en onurlu ve en akıllıca iş, okuma yazmadır. İlk emri “oku” olan, kalemle yazmayı Allah’ın büyük bir nimeti olarak değerlendiren bir kitapla ortaya çıkan, kendisi ümmi olduğu halde, aldığı vahyi anında yazıya döktürecek kadar ilme sahip çıkan bir kimseye “deli” demek, “ilim, marifet, okuma-yazma seferberliği adına ortaya konan çabalar” gibi ilmi faaliyetleri bir “deli saçmalığı” olarak görmek anlamına gelir ki, bu başlı başına patolojik bir vakadır.

“Nûn. Kalem ve ehl-i kalemin satırlara dizdikleri ve dizecekleri şeyler hakkı için: Rabbinin lütfuyla, sen deli değilsin. Sen gerçekten pek yüksek bir ahlâk üzerindesin! Yakında göreceksin, onlar da görecekler. Hanginizde imiş o dertler, o delilikler. Senin Rabbin şüphesiz pek iyi bilir: Allah yolundan sapanlar kimdir ve O’nun yolunu tutanlar kimdir.” (Kalem, 68/4-7)

mealindeki ayetlerde bu gerçeklere yer verilmiştir.

- Ona bu yaftaları yakıştıranların bir kısmı, Bedir savaşında hezimete uğrayarak -bu ayetin verdiği bilgiyi- fiilen tasdik etmiştir. Müşriklerin büyük çoğunluğu ise sonunda bu saçmalıklarından vazgeçmiş ve Hz. Muhammed (asm)’in peygamberliğine iman etmiş, onun vefatından sonra da aynı iman aynı sevgi ve aynı saygıyla kendisini öğretilerini hayatlarında tatbik ederek imanlarındaki samimiyetlerini ortaya koymuşlardır.

f) Aklın kolaylıkla idrak edeceği gerçeklerle gelen bir peygambere karşı çıkmak, ancak akla sırt çevirmekle mümkündür. Zira o, aldığı vahiy güneşinin ışığını aklın göz bebeğine yansıtıyor. İşte Kur’an’da yer alan "Gerçekleri apaçık anlatan Peygamber geldiği halde ona sırtlarını döndüler de: ‘Bu, başkaları tarafından bir şeyler belletilmiş delinin teki’ dediler” mealindeki ifadeyle Hz. Peygamber (asm) gibi bütün davası çok makul, kendisi insanların akıllısı olan bir zata sırt çevirmek, doğrudan akla sırt çevirmek anlamına geldiğine işaret edilmiştir.

g) “Yoksa Kur’ân’ı (peygamber) kendisi uydurmuş mu diyorlar. De ki: “İddianızda tutarlı iseniz, haydi  siz de onunkine benzer on sûre getirin, isterse kendi uydurmanız olsun ve Allah’tan başka çağırabileceğiniz herkesi de yardımınıza çağırın! (ey Resul ve ey müminler!) Eğer bu davetinizi kabul etmezlerse, bilin ki o ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka ilah yoktur. Artık hakka teslim olup Müslüman oluyorsunuz değil mi?” (Hud,11/13-14) mealindeki ayet ve benzerlerinde ifade edildiği üzere, elindeki Kur’an’la bütün muarızlarına meydan okuyan bir peygamberin iki köleden ders aldığını iddia etmek ancak o cahil müşriklerin işi olabilir.

h) Acaba Hz. Peygamber (asm)'in elinde olan Kur’an’da yer alan “Rumların yakında İranlılara galip geleceği; iki sene önce Mekke’nin fethedileceği” gibi bir çok gaybi habere imza atan Hz. Peygamberin bu iki köleden ders aldığını söylemek aklen, fikren ve dinen mümkün mü?

- Keza, Hz. Peygamber (asm) Kur’anla sabit olan “Bir parmağının işaretiyle Ayı ikiye ayırması, bir gecenin bir kısmında Mekke’den Kudüs’e gidip gelmesi ve Miraca çıkması gibi harikulade olaylarda bu zavallı kölelerin ne gibi bir katkıları olmuştur?

ı) “Andolsun ki, biz kâfirlerin ‘Bu Kur’ân’ı; Muhammed’e bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz. (Sözü) kendisine nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu Kur’ân, apaçık bir Arapça’dır.” (Nahl, 16/103) mealindeki ayetin açık ifadesinden anlaşıldığı üzere kâfirlerin Hz. Peygambere öğreticilik yaptığını iddia ettikleri kimse “yalnız bir kişi”dir.

- Buradan anlaşılıyor ki, tefsirlerde yer alan bu hikayelerin büyük bir kısmı uydurmadır. Yukarıda arz ettiğimiz gibi, tefsirciler de bunu kâfirlerin ahmaklıklarını ortaya koyma adına bunlara yer vermişlerdir.

- Kur’an’ın cevabı, aynı ayette çok veciz ve pek açıktır. Zaten onları susturmaya da yetmiştir. Bu ifadeler şunlardır: “Kendisine sözü nisbet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu Kur’ân, apaçık bir Arapça’dır.  Demek ki Hz. Peygamberin öğretmeni olarak gösterilen şahıs Arap kökenli değil, Arapçayı iyi bilmeyen bir kimsedir. Oysa Kur’an, Arapça diliyle indirilmiş ve ortaya koyduğu edebiyat, fesahat, beyan, bedi gibi harikulade belagatinin ilahi olduğunu ispat etmek için bu işin erbabı olan gerçek Araplara meydan okumuştur.. Böyle bir kitabı Arap olmayan bir kimsenin eseri olduğunu iddia etmek sadece küfürden kaynaklanan cahilce bir bahanedir.

i) Bu konuda Bediüzzaman Hazretlerinin aşağıdaki ifadeleri bize ışık tutmaktadır:

“O nurani bürhan-ı tevhid (Allah’ın varlığı ve birliğinin en güçlü delili olan Hz. Muhammed), nasıl ki iki cenahın (geçmiş peygamberler ile kendisinden sonra gelen evliyaların) icma' ve tevatürüyle teyid ediliyor. Öyle de, Tevrat ve İncil gibi Kütüb-ü Semaviyenin (Hüseyin-i Cisrî’nin "Risale-i Hamîdiye"sinde yüz ondört işaratı, tahrif edilmelerine rağmen o kitablardan çıkarıp ortaya koyması gibi) yüzler işaratı ve irhasatın (peygamber olmadan önce kendisiyle alakalı meydana gelen harika olaylar, ŞIk ve Satıh adındaki meşhur kâhinlerin haberleri gibi) binler rumuzatı ve hâtiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şehadatı ve şakk-ı Kamer (Kamer suresinde açıkça ifade edilen Ayı ikiye bölmesi) gibi binler mu'cizatının delalatı ve şeriatın hakkaniyeti ile teyid ve tasdik ettikleri gibi, zâtında gayet kemaldeki ahlâk-ı hamîdesini ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-yı galiyesini ve kemal-i emniyetini ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sadık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.” (bk. Sözler, On Dokuzuncu Söz, s. 236)

- Özetle: Kırk yönden mucize olan Kur’an gibi bir kitap elimizdedir. Dünyanın en akıllı, en ferasetli, en bilgili insanları olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali gibi binlerce sahabinin onu yakından takip etmelerine rağmen zerre kadar bir tereddüde mahal olacak bir duruma rastlamamaları, onun vefatından sonra da canlarını mallarını onun getirdiği dava uğruna ortaya koymaları, binlerce evliyanın onun izini takip ettikleri için keşf-u keramet sahibi olmaları, on beş asırdan beri insanların yıldızları mesabesinde olan milyonlarca Müslüman ilim adamının onun davasının haklılığını ortaya koyan binlerce delil ve burhanı serdetmeleri türünden ve onlarca yönden Hz. Muhammed (asm)’in hak peygamber olduğunu gösteren güneş gibi bu kadar deliller ortada iken, şeytanın bir vesvesesine veya nefsin vehmine ilişen bir kuruntudan kaynaklanan bir hezeyana değer vermek için akli melekeyi yitirmek gerekir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun