İman hakikatlerinin delillerini bilmek vaciptir, terk etmek haramdır, sözü hadis midir?

Tarih: 05.05.2014 - 11:53 | Güncelleme:

Soru Detayı

- İman hakikatlerine delillerle inanmak konusunda bir soru: "Dinine delil aramayı terk eden günahkar ve asidir. İman hakikatlerinin delillerini bilmek vaciptir. Terki ise haramdır." sözü sahih hadis midir?
- İslamiyet'te bazı konularda delilsiz iman etmek gerekir. Çünkü sınırlı aklımızla sınırsızı kavrayamayız. Peki böyle durumlarda (yukarıdaki söz sahihse) günah mı işlemiz oluyoruz?

Cevap

Değerli kardeşimiz,

- Bu anlama gelecek bir hadis rivayetine rastlayamadık.

- İmam-ı Azam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafiî, İmam Ahmed b. Hanbel, İmam Süfyan-ı Sevri, İmam Evzaî  ve diğer bütün fıkıh ve hadis âlimlerine göre: Delil aramadan sadece başkasını taklit ederek iman eden kişinin imanı sahihtir. Ancak delil aramayı terk ettiği için günahkârdır. Bazı âlimlere göre, bu husus ümmetin üzerinde icma ettiği bir konudur.  

Yalnız İmam Eşari’ye göre, iman hakikatlerinin delillerini bilmek vaciptir. Fakat bu delilleri bir şekilde kalbiyle bilmesi yeterlidir. Bununla beraber bu kişi delil aramadığı için günahkâr olur fakat kafir olmaz. Ayrıca bu delilleri dille seslendirmesi de şart değildir. (Aliyyu’l-kari, Şerhu Kitabi’l-Fıkhi’l-Ekber, Beyrut, 1404/1984, s. 216)

Mesela, insan bazen bir şeyi kavrayabildiği halde onu ifade etmekten aciz kalabilir. Bunun gibi bir kimse iman ettiği konuyu az da olsa bir delilini kalbinde hissettiği halde onu ifade etmekten aciz kalmışsa, bu onun imanına zarar vermez.

- Aliyyu’l-Kari’ye göre, İmam Eş’ari’nin bundan maksadı, “Kişi delilsiz kamil imana sahip olmaz.” ise, bu görüşü alimlerin cumhuruna uygundur. (Şerhu Kitabi’l-Fıkhi’l-Ekber, s. 217)

- Şafii alimlerinden Amidi bu konuda şunları belirtmiştir:

“Mutezile imamlarına göre, akli delil olmadan Allah’a iman etmek kişiyi küfürden kurtarmaz.” demişler. Bizim arkadaşlarımız (Şafii / Eşari kelamcıları) bu görüşün yanlış olduğunu belirtmişlerdir. Bizim arkadaşlarımızın görüş farklılığı şu noktadan kaynaklanır:

Bazılarına göre, bir insan delilsiz de olsa sağlam akideye uygun bir imana sahip olursa, bu kişinin imanı sahihtir, ancak delil aramadığı için günahkârdır. Diğer bir kısmına göre ise, delilsiz de olsa sağlam bir iman sahih olduğu gibi, sahibi ayrıca delil aramadığından ötürü günahkâr da olmaz. (bk. İbn Hacer,Fethu’l-Bari, 13/350-351)

Demek ki, Eşari kelamcılara göre de delilsiz iman sahihtir. Ancak delil arama imkanı olduğu halde bunu yapmayanın günahkâr olup olmadığında farklı görüşler vardır. Bazılarına göre günahkâr olur, diğer bazılarına göre ise olmaz.

- Bu konuyu şöyle özetlemek mümkündür:

Bir insanın, imanın bir hakikati ile ilgili bir şüphesi varsa, bu kişinin o şüpheyi izale edecek bir delil bulması şarttır. Çünkü şüphe ile iman olmaz, delil olmadan da şüphe izale edilmez.

- Mukallidin imanı sahih olmadığı ve mümin olan her insanın ancak bir delille iman etmesinin şart olduğu kabul edilirse, bu takdirde müminlerin büyük çoğunluğunu kâfir kabul etmek gerekir ki bu yanlıştır. (bk. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, 13/354)

- Her insanın kendisine göre bir delili vardır. Bazıları akli ve ilmi delillere dayanırken, diğer bazıları ise kendi iç alemlerinde kesin kanaat veren bir hadse veya Allah’ın kalplerinde yarattığı bir nura dayanarak iman edebilirler. (krş. Fethu’l-Bari, 13/354)

- İmanın bir kısmı delile dayalı olmak zorunda ise de, diğer kısmı bu tür delillere dayanmak zorunda değildir. Mesela, Hz. Peygamber (asm)’in nübüvvetini kabul etmek için akli bir delile ihtiyaç vardır. Bu delil ise mucizelerdir.

Bu akli delil olan mucizelere dayanarak Hz. Peygamber (asm)'in peygamberliğini kabul ettikten sonra, diğer iman esaslarını tek tek akli delile dayandırmak zorunluluğu yoktur. Zira, hak peygamber yalan söylemez. Öyleyse her dediği doğrudur. Öyleyse gaybi olan iman esaslarına dair söylediği bütün sözlerinde doğrudur. Öyleyse onun söylediklerine iman etmek de aklın gereğidir.

Demek ki, mucizeler doğrudan akli delil olurken, mucize sahibi peygamberin sözleri de dolaylı olarak birer akli delil kaynağıdır.

Bununla beraber, Hz. Muhammed (asm)’in peygamberliğini Kur’an’ın mucizelik yönüyle de ispat etmek mümkündür. Bu da bir mucizedir. Bu durumda hem Kur’an hem Hz. Peygamber (asm) mucize nişanlarıyla bezendikleri için aklıselim onların doruluğuna iman etmeyi gerektirir.

Kur’an ve Hz. Peygamber (asm)in doğruluğu aklen kabul edildikten sonra artık onların her söylediklerini aklın terazisine vurmaya gerek yoktur. Çünkü onlardan yanlış sadır olmaz. Elbette aklımızı tatmin etmek ve konunun hikmetini anlamak için başka deliller aramak ve araştırmak daha güzeldir, fakat imanın şartı değildir. (krş. İbn Hacer, 13/353-354).

- Burada Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri de konumuza ışık tutmaktadır:

“Mesail-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bürhan-ı kat'î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder. Başkası yalnız bir kabul-ü teslimî ve reddetmemek ister. Öyle ise, esasat-ı imaniyeden olmayan mesail-i fer'iye veya vukuat-ı zamaniyenin her birinde bir iz'an-ı yakîn ile bir bürhan-ı kat'î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.” (Sözler, s. 341)

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Kategori:
Okunma sayısı : 10.000+
Yorum yapmak için giriş yapın veya kayıt olun